Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Prof.Dr.Mehmet Öz Türk Ocakları Genel Başkanı
24 Temmuz 2013
Türksüz, Türkiyesiz Süreçler Çözüm Değil Çözülme Getirir
Osmanlı İmparatorluğu Türklük davası yüzünden parçalanmadı. Bu topraklarda en son milliyetçilik yapanlar Türkler olmuştur; onların milliyetçiliği de ırka ve etnikliğe değil bin yıllık tarihe ve culture; Müslüman Türk kimliğine dayanmıştır.
Mesele, bir tarihî-kültürel varlık olarak, etnik değil cihanşumûl ve millî bir anlamı olan Türklüğün, bir etniklik olduğunun hem ülkeyi yönetenler hem de medyanın çoğunluğu tarafından bir gerçeğin ifadesiymiş gibi takdim edilmesidir
Türkiye, Orta Doğuda meydana gelen gelişmelerin kendisine büyük güç olma fırsat ve imkânını sunduğuna inandığı bir tarihî kavşakta, 30 yıla yakın bir zamandır devam eden PKK terörüne ve bu terörle birlikte giderek güçlenen etnik ayrılıkçılığa bir çözüm bulmaya çalışıyor. Geçmişte güvenlikçi yaklaşımla meselenin halledilmeye çalışıldığı ama sorunun yine de derinleştiği fikri, neredeyse bütün kamuoyu tarafından bir mutearife, ispatı gereksiz bir hakikat gibi kabul edildiğinden İmralı süreci denilen yeni açılıma karşı, bazı mevzi tepkiler hariç ciddi bir karşı çıkış yok. Öte yandan, meselenin en kritik noktasının milletin adı olduğu, Türk yerine Türkiyeli -hatta bazılarına göre Anadolulu- dersek, ana dilde savunma ve ana dilde eğitimi de kabul edersek işin içinden çıkabilirmişiz havası yayılıyor. İmralı sakininin kendisiyle ilgili iyileştirmeler karşılığında daha önce ileri sürülmüş özerklik, federalizm vb. bütün taleplerden samimi olarak vazgeçebileceği varsayılıyor. TV ekranları ve gazete sütunlarında arz-ı endam eden yeni dönem starları Türk, Kürt, Çerkez, Gürcü, Laz, Arnavut vb. bütün etnik grupların anayasal yurttaşlık veya Başbakanın tercih ettiği şekliyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı altında ifade edilmesinin her derde deva olabileceğini vaaz ediyorlar. Bu teze göre, herhalde 19. yüzyılda da Osmanlılar Yunanlılara, Sırplara, Bulgarlara karşı Türkçü bir siyaset izledikleri için onlar bağımsızlık derdine düşmüştü. Sonra Ermeniler de aynı yüzden harekete geçmişti. Halbuki, bilenler için ideal bir öğretmen olan tarih bize tersini söyler: Osmanlı İmparatorluğu Türklük davası yüzünden parçalanmadı. Bu topraklarda en son milliyetçilik yapanlar Türkler olmuştur; onların milliyetçiliği de ırka ve etnikliğe değil bin yıllık tarihe ve kültüre, Müslüman Türk kimliğine dayanmıştır.
Son günlerde CHP Milletvekili Birgül Ayman Gülerin Meclis kürsüsünde sarfettiği bir cümleden hareketle etnisite, milliyet, ulus, ırk kavramlarının özensiz bir şekilde kullanılışına şahit oluyoruz. Sayın milletvekilinin Kürt ile Türkün eşit olmadığını söyleyerek ırkçılık yaptığı, nefret suçu işlediği ifade ediliyor. Gülerin açıklamasında, Türk ulusu ve Kürt milliyeti kavramlarını kullanmak suretiyle terminolojik bir hata yaptığı aşikâr
Kastı aşan bir ifade ama kastının ne olduğunu kendisi vuzuha kavuşturdu. Bunların aynı kategoride antiteler olmadığını, Kürt milliyetini Türk milleti/ulusu kavramının kapsayıcılığı içinde düşündüğünü ifade etti. Ne var ki meramını iyi ifade edememesi, bir ulusun diğerinden üstün olduğunu savunduğu şeklinde algılandı. Bu durum üzerine bir ulusun diğerinden üstün olmadığını açıklayanlar ise Türkiyede -en azından Türkler ve Kürtler olmak üzerebirden fazla ulus/millet olduğunu söylemiş oldular. Halbuki en azından Sayın Başbakanın genel söylemi tek millet idi. Eğer, adı Türk olarak belirtilmekten imtina edilse dahi, tek millet tezine inanılıyorsa Sayın milletvekilinin sözlerinin bu istikamette tashih edilmekle yetinilmesi, ulusların üstünlüğü tartışmasına girişilmemesi icap ederdi.
Türkiye kangren olmuş bir meseleyi çözmek istiyor ancak bunu sağlam bir zeminde yapamıyor. Meselenin tarihî, stratejik, ekonomik, kültürel boyutlarının birlikte değerlendirilmemesinden kaynaklanan zaaflarımız var. Bunda tarih bilgisini şuur haline getirememiş olmamızın etkisi büyük. Bu toprakların Türkiye, burada yaşayan ve kahir ekseriyeti Müslüman olan insanların Türk olarak isimlendirilmesinin sebebini anlamamaktaki ısrarın, cehalet dışında mantıklı bir cevabını bulmak zor. Burada mesele Türk milliyetçiliği veya bunun karşısında Kürt milliyetçiliği ya da asabiyesi tartışması değildir. Mesele, bir tarihî-kültürel varlık olarak, etnik değil cihanşumûl ve millî bir anlamı olan Türklüğün, bir etniklik olduğunun hem ülkeyi yönetenler hem de medyanın çoğunluğu tarafından bir gerçeğin ifadesiymiş gibi takdim edilmesidir
Evet, bizim Selçuklu ve Osmanlı cedlerimizin temel gayesi ilâ-yı kelimetullah idi. Onlar bu gaye için gittikleri ve küffardan fethettikleri yerlere İslamı ve Türklüğü götürdüler. Kimseyi zorla İslamlaştırıp Türkleştirmediler ama Türkleri oralara iskan ettikleri gibi devlet hizmetine aldıkları gayrimüslimleri Türke verip onlara Türkçeyi ve İslamı öğrettiler. Türkçeyi bir devlet dili, bir medeniyet dili olarak geliştirdiler. Onun için de o muhteşem asırlarda, dışarıdan onlara bakanlar devletlerine Türk İmparatorluğu dediler. Sultanlarına da Büyük Türk dediler. Osmanlılar ise, kuruluş dönemini anlatan ilk kroniklerin ve gazavatnamelerin açıkça gösterdiği üzere kendi Türk kimliklerinin farkındaydılar ve bu kimliklerini sonradan da unutmadılar, sadece arka plana attılar.
Milletlerarası siyasetin ince ve girift hesaplarından azade, kendi içimizde cereyan eden bir iç sorundan bahsetmiyoruz. Unutmayalım ki bizler, Hıristiyanlığın en kadim topraklarını bin yıl önce fethetmeye başlayan, kısa zamanda Türkleştirip İslamlaştıran ve bu toprakları, Balkanları ve Orta Doğuyu Müslüman Türk kültürüyle tanıştıran bir ecdadın mirasını taşıyoruz. Bu mirası sadece Müslümanlık olarak algılayanlar bu Müslümanlığın aslında ve aynı zamanda Türklük olduğunu idrak edemiyorlar.
Bugün bazıları anayasadaki Türklük tanımını savunmanın bir ırkın diğer ırklara, bir ulusun başka uluslara üstünlüğünü savunmak anlamına geldiğini ileri sürebiliyor. Kürt milliyetçiliğini hoş gören ve hatta destekleyen entelektüellerimiz Türklük kavramından köşe bucak kaçıyor.
Siyasetçilerimiz sözünü ettikleri milletin adının Türk değil Türkiye milleti olduğunu ifade ediyor. Bu anlayışa göre Türklük de, buradaki etnik gruplardan biri oluyor. Dolayısıyla Türklüğü savunmak kavmiyetçilik, Türklüğün bu topraklardaki etnik kimliklerle aynı düzlemde ele alınmasının yanlış olduğunu söylemek de ırkçılık oluyor. Halbuki, Türk kavramı, İslam öncesi Göktürk yazıtlarında da, İslamî dönem eseri Divanu Lugatit-Turkde de kapsayıcı ve siyasî bir ad olarak farklı budun ve kavimleri içine alan bir kavramdı. 1924 Anayasası da Türkiye halkına, din ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaşlık cihetinden Türk dendiğini belirtmek suretiyle bu kapsayıcı anlayışı benimsemişti (88. Madde: Turkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle(Turk) ıtlak olunur.)
Bu tarihî tecrübeye rağmen, etnik bölücü terörü sonlandırmak için çözüm arayışları çerçevesinde giderek yaygınlaşan ve Türklüğü etniklik içine hapsetmek isteyen bir yaklaşımı savunmak son derecede yanlıştır. Bunun bizi ulaştıracağı menzil muhataralı bir menzildir; bu gidiş maalesef etnik ya da mezhebi kökeni, aidiyeti ne olursa olsun bu topraklarda yaşayan hiçbir grubun menfaatine bir seyir takip etmiyor. Milletlerarası siyasetin ince ve girift hesaplarından azade, kendi içimizde cereyan eden bir iç sorundan bahsetmiyoruz. Unutmayalım ki bizler, Hıristiyanlığın en kadim topraklarını bin yıl önce fethetmeye başlayan, kısa zamanda Türkleştirip İslamlaştıran ve bu toprakları, Balkanları ve Orta Doğuyu Müslüman Türk kültürüyle tanıştıran bir ecdadın mirasını taşıyoruz. Bu mirası sadece Müslümanlık olarak algılayanlar bu Müslümanlığın aslında ve aynı zamanda Türklük olduğunu idrak edemiyorlar.
Şunu açıkça ifadede yarar var: Kürt kökenli yurttaşlarımızın yakın geçmişte uğradıkları bazı mağduriyetlerin, 12 Eylül sonrasında ana dilde konuşmanın yasaklanmış olmasının etnik milliyetçiliği derinleştirmenin sadece bahanesi olduğunu anlamamak safdilliktir. 2000li yıllarda yapılan onca iyileştirmelere rağmen taleplerin azalmak yerine sürekli yükseltildiği ve neticede iki milletli bir yapının inşası anlamına gelecek uygulamalara dahi gidildiği açıkça ortadadır. Türkçeyi bildikleri, hatta ana dillerinden daha iyi bildikleri halde ısrarla ana dilde savunmayı gündeme getirenlerin talepleri yasalaştırılmak suretiyle iki resmî dile giden yol açılmıştır. Ana dilde eğitim gibi masum bir sloganla bu sürecin ilerlemesi yönünde adımlar atılması teşvik ediliyor. Halbuki Türkiyenin birliğinin ve bütünlüğünün muhafazası, ana dilde değil millî dilde temel eğitimi esas almaktan geçer. Bu temel doğrudan vazgeçmemek şartıyla diğer dillerin öğrenilmesi ve öğretilmesi mümkündür ve bu elan yapılmaktadır.
Türkiyenin birliğinin ve bütünlüğünün muhafazası, ana dilde değil millî dilde temel eğitimi esas almaktan geçer.
Milliyetçiler, Türk milleti kavramının kapsayıcı ve içerici bir mahiyet taşıdığını, dolayısıyla Kürt veya başka etnisitelere mensubiyet hisseden yurttaşlarımızı da ihtiva ettiğini savunuyor. Bu fikri yani Türk milleti kavramının etnik ayırım yapmadan ülkede yaşayan herkesi kucaklayıp kapsadığını savunmak, bununla mutabık olmayanlar tarafından fikir olarak eleştirilebilir ama asla ırkçılık olarak suçlanamaz. Irkçılık, insanları mensup oldukları köken dolayısıyla ötekileştirmektir. Halbuki bu toprakların üst kimliği olarak Türklüğü savunmak hiç kimseyi ötekileştirmemek, herkesi kucaklamaktır.
Türkiye Cumhuriyeti de esas itibariyle Osmanlı bakiyesi Müslüman anasır (unsurlar) temelinde kurulmuş ve bu ahaliyi Türk milleti olarak tanımlamıştır. Tek Parti döneminin uygulamalarında önemli hatalar yapılmıştır ama bunlar, kurucu iradenin ve kurucu felsefenin isabetine bir halel getirmez. Bir etnik gruba mensup olanların bir kısmı kendilerini Türk olarak ifade etmek istemeyebilir; ne var ki, yapılan bütün araştırmalar bu ülke insanlarının yüzde 90ının kendisini Türk olarak ifade ettiğini hatta yüzde 85inin Türk olmaktan gurur duyduğunu gösterirken Türklüğü neredeyse gizlenecek bir kimliğe dönüştürme gayretlerinin etnik meseleyi çözmeyeceğini ama millî kimliğin çözülmesine sebebiyet vereceğini görememek sadece basiretsizlik değil aynı zamanda hamakattir.
Bu toprakların üst kimliği olarak Türklüğü savunmak hiç kimseyi ötekileştirmemek, herkesi kucaklamaktır.
şartları değişmiştir. Ancak bu ülkeyi yönetenler, etnik milliyetçiliğin 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında yol açtığı felaketler iyice düşünülmeden atılacak adımların bu ülkeye nelere mal olacağını iyi anlamak durumundadır. Çözüm diye sunulan parlak fikirlerin er ya da geç bu coğrafyanın tarihiyle ve gerçekleriyle uzaktan yakından ilgisiz olduğu ortaya çıkacaktır. Temennimiz bunun anlaşılmasının bu ülke insanlarına, tarihteki bazı örnekleri gibi, pahalıya mal olmamasıdır. Bu ülkenin namuslu ve vatansever aydınlarına düşen görev, tarihin apaçık ihtar ettiği dersleri iyi anlayıp anlatmaktır.
Türkiyenin kendi coğrafyasında karşılaştığı imkan ve tehditlerin sağlıklı bir analizi bize içe kapanmacı bir siyasetin yanlışlığını gösteriyor ancak küresel rekabette kendi tarihimizin ve medeniyetimizin değerlerinin değil konjonktürel gelişmelerin peşine takılmakla büyük güç olamayacağımızın idrakinde olmalıyız.
Yirmi birinci asırda büyük güç olacaksak, bu topraklarda huzur, büyüme ve refahı sağlayacaksak bu etnikçi siyasetin diline teslim olarak değil, birlik ve bütünlüğümüzü pekiştirmekle mümkün olacaktır. Tarihimizi ve tarih içinde oluşmuş müşterek kimliğimizi inkâr ederek ya da gizleyerek var kalacağımızı hatta dünyada büyük güç olacağımızı zannedenler yanılgı içindeler. Bugün yükselen etnikçi psikoljiye karşı bir takım tedbirler almanın gerekli olduğu düşünülebilir ama anayasadan Türklüğü çıkarmak, Türkçenin yanına yeni resmî dil(ler) eklemek kesinlikle tedbir değil taviz olarak algılanacağı ve netice vermeyeceği gibi çözülmeyi de hızlandıracaktır. Yapılması gereken, farklılıkları ne olursa olsun bu ülkedeki herkesin bir bütünün parçaları (kesret içinde vahdet) olduğu fikrinin pekişmesi istikametinde ortak kimliği (Türklük) ve millî dili (Türkçe) savunmaktır.
Anayasadan Türklüğü çıkarmak, Türkçenin yanına yeni resmî dil(ler) eklemek kesinlikle tedbir değil taviz olarak algılanacağı ve netice vermeyeceği gibi çözülmeyi dehızlandıracaktır. Yapılmasıgereken, farklılıkları neolursa olsun bu ülkedeki herkesin bir bütünün parçaları (kesret içinde vahdet) olduğu fikrinin pekişmesi istikametinde ortak kimliği (Türklük) ve millî dili (Türkçe) savunmaktır.
Kaynak: https://turkocagi.org.tr/index.php/arsiv/soeyleiler/5720-tuerksuez-tuerkiyesiz-suerecler-coezuem-deil-coezuelme-getirir
Bu yazı 1,588 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
7 Mart 2022
Rusya'nın Ukrayna işgali ve Düşündürdükleri
-
14 Aralık 2021
TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI
-
25 Mart 2021
2020lerde Dünya, Bölgemiz ve Türkiye
-
27 Mart 2020
Kut'tan Milli İradeye: Türkler'de Egemenlik Anlayışı
-
1 Mart 2020
Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe
-
1 Şubat 2020
Türk Ocakları: 108 Yıl Önce 108 Yıl Sonra
-
1 Ocak 2020
Kıskaçtan Çıkış: Doğu Akdeniz Meselesi
-
5 Aralık 2019
Suriyeli Sığınmacılar Meselesi: Nasıl Bakmalı?
-
29 Ekim 2019
Barış Pınarı Harekatı ve Sonrası
-
15 Ekim 2019
Kutadgu Biligde Devlet Ve Toplum Anlayışı
-
22 Mart 2019
Tarih Işığında Yeni Zelanda'daki Müslüman Katliamı
-
10 Mart 2019
Dünden Yarına 28 Şubat
-
16 Şubat 2019
Beka ve Siyaset
-
26 Ocak 2019
XX. Yuzyıldan XXI. Yuzyıla Turk Milliyetçiliği: Tarih, Millet ve Din
-
1 Ekim 2016
Türkiyenin Tek Gündemi Beka Meselesidir
-
1 Ağustos 2016
FETÖ/PDYnin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi
-
3 Temmuz 2016
Vekalet Savaşları, Terör Ve Türkiye
-
2 Şubat 2016
Terörle Mücadele ve Sistem Tartışmaları
-
29 Aralık 2015
2016ya Girerken '' Havf ile Reca'' Arasındaki Türkiye
-
12 Kasım 2015
Sistem Ve Çözüm
Yorumlar
+ Yorum Ekle