Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Nuri Gürgür
3 Ekim 2012
Türkiyenin Esas Sorunu
Bir gazetede, Tuncelinin Ovacık ilçesinde PKKlı kadın terörist tarafından lojmanının girişinde başından vurularak şehit edilen başsavcı Murat Uzunun hemşire eşi Cihan Uzunun sözleri yayınlandı. Biri 4 diğeri 1 yaşında, iki çocuğuna bundan sonra hem annelik hem de babalık yapacak olan şehidin eşi, acısını yüreğine gömerek şunları söylüyor: Antalyanın Serik ilçesinden Ovacıka tayinimiz çıktığında asla en küçük bir endişe duymadık. Eşim Türk bayrağının dalgalandığı her yerde görev yapacağını göğsünü gere gere her zaman söylüyordu. O bayrağına, vatanına ve milletine çok bağlı bir insandı. Kendisine koruma verilmek istendi. Ancak orası terör bölgesi olduğu için başkasının vebalini üstüne almak istemedi. Koruma olan kişi ona göre direkt hedef olacaktı, korumaya benim yüzümden bir şey olursa bu vebali kaldıramam diyerek kabul etmedi.
Bu sözlerin yayınlandığı gazetenin bir köşe yazarı (Mahmut Övür) sütununda şehidin eşi Cihan Uzundan çok farklı iklimlerde dolaştığı anlamına gelen bir yazı yazdı. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgülün Türkiye Değişim Hareketi Genel Sekreteri Hasan Aydının Bir Kere Daha Kürt Politikası başlıklı yazısından geniş alıntı yaparak aslında kendisinin de düşünüp açıkça söyleyemediği görüşleri yansıttı.
Sarıgülün Kürt Çözümü başlıklı yazısında Mahmut Övür şunları yazıyor:
Peki, Hasan Aydın çözüm olarak ne öneriyor. Lafı hiç dolaştırmadan direkt anlatıyor:
Amerikanın Birleşik Devletleri oluyorsa (ABD) Türkiye Birleşik Devletleri de olur. Avrupa Birliği (AB) Devleti oluyorsa Türkiye Birliği Devleti de olur. Bal gibi olur. Federal Almanya oluyorsa, Federal Türkiye de olur.
AK Partinin Avrupa Birliğinin Özerklik Şartına konulan çekinceyi kaldırmakta kararsız kaldığı, CHPnin rapor bile yazmaya çekindiği bir konuda Sarıgülün genel Sekreteri Aydın, çok net bir çözüm ortaya koyuyor. Hem de Türkiyenin küçüleceği kaygısı taşıyanlara büyüme vaat ederek:
Açın Kürtlerin yaşadığı bütün sınırları, alsın Misak-ı Milli onları bağrına, küçülmesin büyüsün. Buradaki Kürtler kardeşimiz de peki, ya komşulardaki Kürtler neyimiz? Lafta onlar da kardeşlerimiz. O zaman bütün kardeşleri bir araya gel diye çağır, kim karşı çıkabilir bu çığlığa? PKK mı? Hadi oradan
Aslında Aydının dile getirdiği bu tezler içeride, kapalı kapalı kapılar arkasında, kulislerde açık açık konuşuluyor. Dışarıda ise uzun yıllardan beri tartışılıyor. Hatta neo Osmanlıcılık tartışmalarının odağında da bu yaklaşım var.
Mahmut Övürün mal bulmuş mağribi gibi sahiplenip köşesine aktardığı bu görüşler, Federal Türkiye teklifi, Türkiye Devletini egemenliğini PKK ile bölüşmeye ikna etmek için yıllardır yürütülen yoğun kampanyanın can damarını oluşturuyor. PKKnın ve çeşitli adlarla ortalarda dolaşan uzantılarının nihai amaçlarının Türkiyeyi, iki devletli, iki milletli bir yapıya dönüştürmek olduğunu görmemek için bir insanın ya tümüyle kör ve sağır yahut bu amaçla iştirak halinde olması gerekir.
Malum çevrelerin ve basındaki bilinen kalemlerin yaptığı ikincisi. Kamuoyunun tepkisinden çekindikleri için Sarıgülün elemanı gibi açık ve net konuşmuyorlar. Ellerinde tuttukları imkanları, köşeleri kendilerine tahsis edilen maddi kazanımları kaybetmekten çekiniyorlar. Taktiksel bir tavır olarak kaba bir kurnazlığa başvuruyorlar; demokrasi havarisi görünümüne bürünüyorlar. Böylelikle bir yandan imkanlarını, çıkarlarını korurken, diğer yandan devletin temel yapısının, kuruluş ilkelerinin dönüştürülmesine yol açacak bir ortamın oluşumu için çabalarını sürdürmüş oluyorlar.
10 yıl kadar önce İsveç Dışişleri Bakanlığından hazırlanan ve Türkiyede aslında Türk adıyla bir milletin var olmadığını öne süren tezin işlendiği bir kitapçık ortaya çıkmıştı. Bilimsel hiçbir yanı bulunmayan bu saçma ve gülünç görüşler sadece bazı dış merkezlerin hezeyanından ibaret kalmıyor. Türkiyede kendilerini liberal, solcu ve İslamcı sayan malum çevrelerde de bu görüş geniş ölçüde benimseniyor. Farklı ideolojik, etnik ve inanç kesimlerinden gelseler bile kozmopolitan bir potada rahatlıkla buluşuyorlar. Bunlar Türk olarak anılmak istemiyorlar, rahatsızlık duyuyorlar; Türk adının telaffuzuna bile tahammül edemiyorlar. Devleti, sırf kendi güçleriyle görüşleri yönünde diledikleri tarzda dönüştüremeyeceklerini biliyorlar. Çünkü gerekli toplumsal desteğe sahip olmadıklarını yıllardır görüyorlar.
12 Eylülden önce silahlı radikal sol örgütler ve sendikalar üzerinden bu amaçla yaptıkları girişimlerin nasıl hüsrana uğradığını hafızalarından silmeleri mümkün değil. BAAS tarzı totaliter bir sol yönetim kurmak için devleti çökertmeye çalıştıkları sırada yedikleri tokatın acısını kolay kolay unutamazlar. Hasan Cemalin yazdığı gibi itirafnameler, Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Kürşat Bumin gibi esen rüzgarı hesaplayarak kendilerini liberal cenaha aktaranlar ne kadar değişmiş görünürse görünsünler Hadi Uluenginin çılgınlık dönemimiz diye nitelendirdiği dönemin izlerini şuur altlarında olduğu gibi koruyorlar.
Her şeye rağmen bu çevrelerin yıllardır oluşturmaya çalıştıkları efsaneler, Denizler, Çayanlar, 68liler, 78liler gibi mitler diledikleri etkiyi sağlayamıyor. Bu yüzden marjinal olmaktan bir türlü kurtulamıyorlar. En fazla yapabildikleri, demokrasi, hukuk ve insan hakları gibi itibarlı kavramlarla kamuflaj yaparak taban edinmeye çalışmak oluyor. Türk halkının feraseti ve irfanı fesat girişimlerini başarısız kılıyor. Ancak neye hizmet ettiklerini kendilerinin de bilmediği bir kısım gazete ve televizyon sahibi zenginlerimiz ve siyasetçiler nezdinde muteber sayılıyorlar; sürekli el üstünde tutuluyorlar. Sonuçta diledikleri gibi yazmak, konuşmak ve propaganda yapmak imkanını buluyorlar.
Türkiyenin önümüzdeki temel sorunu ekonomik, siyasal ve kültürel gücü ellerinde bulunduran küçük bir azınlıkla toplumun geniş kesimlerinin zihniyet ve düşünce farklılığından kaynaklanıyor. Bir yanda Türkiye Birleşik Devletleri gibi bir hezeyanı teklife kalkışan, bu saçma öneriye destek veren, seçkinler diye nitelendirilen dar bir çevre. Diğer taraftan PKKnın alçakça saldırısı sonucu şehit düşen başsavcı Murat Uzun ile aynı kaderi paylaşan yüzlerce şehidimiz, gazimiz; bunların geride bıraktığı analar, babalar, eşler ve çocuklar. Bu acıları paylaşan milyonlar. Vatan sağ olsun! tevekkülü içerisinde bin yıldır olduğu gibi bu toprakların Türklerin vatanı olarak devamı uğruna canlarını sebil kılanlar.
Ülkemizde ihanetle ahmaklığın kol kola dolaştığı, millî varlığımıza, devletimizin bekasına savaş açtığı, teröristlerle işbirliği yaptığı şimdiki gibi bir dönem hiç yaşanmamıştır. {Kaynak: http://www.turkocagi.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=4286}
Bu yazı 1,600 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
3 Mart 2022
Sadi Somuncuoğlu Gök Kubbede Hoş Bir Seda Bırakarak Hakk'a Yürüdü
-
14 Aralık 2021
TÜRKLERİN BİRLİĞİ ÜLKÜSÜNDE TARİHİ BİR AŞAMA
-
25 Mart 2021
MEHMET GENÇ - İlim Dünyamızdan bir Yıldız Daha Kaydı
-
27 Mart 2020
Koronavirüs Salgını ve Türkiye
-
2 Mart 2020
Suriye Bataklığında Boğulmamak İçin
-
19 Şubat 2020
Kıbrıs Türkleri Sınav Arifesinde
-
7 Ocak 2020
Trump Çok Tehlikeli Bir Kumar Oynuyor
-
1 Ocak 2020
Doğu Akdeniz Satrancı ve Türkiye
-
10 Aralık 2019
NATO Zirvesi ve Türkiye
-
17 Kasım 2019
Görüşmeler de Sorunlar da Devam Ediyor
-
19 Mart 2019
2019 Zor Bir Yıl Olacak
-
9 Mart 2019
Marmara Depremi- Pusudaki Büyük Tehlike
-
1 Mart 2019
9 Mart Olayı ve 12 Mart Müdahalesi- Darbeye Karşı Darbe
-
14 Şubat 2019
Ozan Arif Çağımızın Dede Korkut'u Hakk'a Yürüdü
-
25 Ocak 2019
12 Eylül Zulümlerinin Baş Mimarı Nurettin SOYER
-
5 Kasım 2016
Sorunlarımızın Temel Nedeni: Kaliteli Eğitim Ve Hukuk Devleti Zafiyeti
-
27 Eylül 2016
Sorunlarımızın Temeli; Eğitim Meselesi
-
20 Temmuz 2016
Menfur Darbe Girişimi ve Sonrası
-
12 Şubat 2016
PKK Terörü-Etnik Fitne Ve Terörle Mücadele Eylem Plnı Bağlamında Yüz Yıl Sonra Yeniden Beka Güvenlik Ve Bütünlük
-
1 Ocak 2016
Özyönetim Bildirgesi Yahut Ayrılış Manifestosu
Yorumlar
+ Yorum Ekle