Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Nuri Gürgür
26 Temmuz 2013
Dürbünün Tersinden Bakmak Yahut Bir Açılım Masalı
Suriyede çatışmalar başlayıncaya kadar hükümet çevrelerinde Türkiyenin bölgedeki gelişmelere hükmeden bir güç olduğu kanaati vardı. Komşularla sıfır sorun esası üzerinde yürütülen politikalar sonucu, Ermenistan ve Kıbrıs Rum Kesiminin dışındaki komşu ülkelerle ilişkilerimizde ciddi bir sorun görünmüyordu. Bu tablo iki yıl gibi kısa bir sürede tümüyle değişmiş bulunuyor. Şam ile ilişkilerin kopmasına paralel olarak, Tahranla da sıkıntılı bir döneme girildi. Bağdatın Şii yönetimi, Türkiyenin Barzani ile yakınlaşmasına tepkili. Kahiredeki yeni yönetimi meşru saymadığımızı açıkladık. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri Türkiyenin İhvana verdiği desteklerden tedirgin. Güney Kıbrıs ve Ermenistanda ilişkilerde yumuşama ihtimali görünmüyor.
Dış politikada ortaya çıkan sorunlar yumağına, PKKnın Suriyenin kuzeyine hâkim olma amacıyla başlattığı atak önemli bir unsur daha ekledi. Üstelik bu konu, sadece bir dış mesele değil, Türkiyenin güvenliğini ve bütünlüğünü doğrudan ilgilendiren nitelik taşıyor.
Güney hudutlarımıza bitişik hat üzerinde PKKnın alan hâkimiyeti kurmaya çalıştığı aylar öncesinden belliydi. Resulaynda PYDnin (Demokratik Halk Partisi) kontrol ettiği YPG (Halk Savunma Birlikleri) Selefiyeci El Nusra güçleriyle girdiği çatışmada üstünlük sağlayarak bölgenin kontrolünü eline geçirdi. Girişimini burayla sınırlı tutmayacağı, Nusranın savaşçılarının Halep ve Humusta yığılmasından yararlanarak hâkimiyet alanını genişletmeye çalışacağı anlaşılıyor.
Aslında bölgedeki bu gelişmeler, PKKnın çok önceden belirlediği stratejik bir planın parçaları olması dolayısıyla sürpriz sayılmamalıdır. PKK hem Türkiye içinde hem de bölgede yıllarca önce belirlediği hedeflere ulaşmak amacıyla son derece ustaca ve kararlı adımlar atıyor. Bölgedeki politik karmaşadan, oluşan iktidar boşluklarından, çatışma ortamından azami derecede yararlanıyor. Değişen dengeleri kendi lehine kullanmayı başarıyor.
PKKnın bu stratejik hamleleri kuşkusuz sadece kendi bilgi ve becerisinden, kendi aklından kaynaklanmıyor. Terör örgütünü bölge dengeleri açısından etkili bir faktör olarak kullanmak isteyen başta Washington ve Londra olmak üzere, uluslararası güç merkezlerinin bilgi ve istihbarat yardımları, yönlendirici telkinleri, her türlü maddi ve lojistik katkıları olmasaydı PKK sadece kendi kapasitesiyle bu manevraları başaramazdı.
Geçen ay Kandilde yapılan ve terör örgütünün en üst kurulu olan Kongra-Gel toplantısında yeni görev yapıldı. Cemil Bayık ve Murat Karayılan yer değiştirdiler. Bunun yanı sıra yakın dönemdeki hedeflerini açıkladılar:
Suriyede demokratik özerklik ilanı,
İran ile ateşkesin devam etmesi,
Türkiyede ikinci aşamada atılacak adımlar diye tanımlanan kararların alınması için hükümete baskı yapılması, kitlesel eylemlere başvurulması,
Öcalanın özgürlüğüne kavuşması.
Tutum Belgesi dedikleri metnin 6. maddesi şöyle: Çeşitli güçlerden gelebilecek saldırılar karşısında gerillanın aktif savunmaya hazırlıklı olması, 4.ve 5.maddelerde ise Hükümet üzerinde siyasal baskı oluşturmak üzere halk serhildanları temelinde tüm toplumsal dinamiklerin harekete geçirilmesi; halk serhildanlarının tüm Türkiyeye yayılması ve yoğun bir eylem ve örgütlenme çalışması içinde olunması.
Öcalanın talimatları doğrultusunda haziran ayında Diyarbakırda yapılan ve Kuzey Kürdistan Konferansı diye adlandırılan sonuç bildirisinde de aynı şeyler vurgulanmıştı.
PKKnın Türkiyede paralel devlet kurmak istediği, çözüm sürecinden de bunu anladığı ortada iken, hükümet sözcülerinin ve iktidara destek veren yazarların hâlâ farklı bir tablo sunmak istemeleri, eleştirileri çözüm sürecini baltalamaya çalışmak, çatışmanın devamı için felaket tellallığı yapmak, akan kanın devamını istemek (Y.Akdoğan, Star, 16.07.2013) diye nitelendirmelerinin haklı bir tarafı yoktur.
Örgütün Öcalandan sonra gelen iki isminden Murat Karayılan hükümete ültimatom vererek bir hafta içinde adım atılmazsa süreç tıkanır diyebiliyor. Cemil Bayık ise Kürt kendini savunmayacak mı, süreç ilerlerse Kürtlerin asayişleri de, polisleri de, savunma kuvvetleri de olacak. Bunlar sadece Türkün hakkı değildir sözleriyle yapmak istediklerini özetliyor.
Nitekim Güneydoğuda son aylarda yapılan YDG-H gösterileri, yol kesip adam kaçırmalar, şantiye baskınları, şehitlik açılışları amacın ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Buna rağmen seçim hesaplarıyla ümit tacirliği yapmaya çalışmak trajikomik bir ısrar oluyor.
Ülkeyi yönetmekle sorumlu olanlar vakit geç olmadan gerçekleri görmeli, PKKnın belirlediği hedeflerinden en ufak bir sapma niyeti taşımadığını anlamalıdırlar. Yedi aydır kan akmamış olması olup bitenleri görmezlikten gelmeyi gerektirmez. Özellikle son aylarda Kuzey Suriyede meydana gelen gelişmelerin politik sonuçları sadece burasıyla sınırlı kalmayacak, Türkiyenin 30 yıldır çözemediği PKK sorununu daha da ağırlaştıracaktır.
PKK artık Kuzey Suriyede fiili bir devlet yapılanmasına geçmiştir. Kandilde alınan özerklik ilanı kararının bir süre için ertelenmesi Washingtonun telkinlerinin ve mevcut konjonktürün sonucudur. Ancak her an kararın yürürlüğe konulması muhtemeldir.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün Kürt bölgesi oluşumundan kaygılıyız açıklamasının yapıldığı gün, PYDnin bir hamle daha yaparak Suriyenin Musula açılan kapısını ele geçirmeye hazırlandığını öğreniyoruz. Elde ettiği bu mevzilerle PKKnın özgüveni doğal olarak artıyor. Nihai hedef olarak belirledikleri dört parçalı Kürdistan oluşumunun en önemli ayağı olan belirli bir coğrafyada siyasal egemenlik imkânı bulmuş olmaları askerî, politik ve ekonomik bir kapasite edindikleri anlamına geliyor. PKK bunu kuşkusuz sadece Kuzey Suriyede değil, başta Türkiye olmak üzere diğer parçaların üzerinde de dilediği gibi kullanacaktır. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın Türkiyenin aleyhinde olan hiçbir gelişmeye izin verilmeyeceği şeklindeki açıklamasının yıllardır yaşadıklarımızın, gördüklerimizin ışığı altında inandırıcı bir yanı bulunmuyor.
Batı Suriyeli muhalifleri ve İhvanı gözden çıkarmış durumda. Washington radikal İslâmcı yönetimleri kontrol edemeyeceği endişesiyle Esedin yönetiminin en az bir süre daha devamına karar vermiş görünüyor. Bunun aynı zamanda İsrailin ve Musevi lobisinin de tercihi olduğu ortada. Bölgede Sünni-Şii gerginliğinin sürmesi, bu eksende çatışmaların olması, İslâm ülkelerinin güçlerini bu soruna yönlendirmeleri İsraili büyük ölçüde rahatlatacaktır. Ayrıca yönetimlerin dost ellerde olması Suudiler ve Körfez ülkelerindeki hanedanlıkların devamı anlamına geliyor. Diğer yandan hem enerji kaynakları, hem de bölgenin jeopolitiği üzerindeki ABD hâkimiyeti teminat altına alınıyor. ABD ve İsrail mevcut şartların aleyhlerine bozulmaması için İran konusunu bile askıya almış durumdalar. Bu durum doğal olarak Tahranın bölgesel etkinliğini giderek güçlendiriyor. Kurulan Şii-Nusayri (Alevi) güç birliğinin etkileri Hatay ve çevresinde şimdiden görülmeye başlıyor.
Ne yazık ki İslâm ülkeleri Batı emperyalizminin yüz yıldır üzerlerinde kurduğu hâkimiyete son verecek, kaynaklarını belirli bir zümrenin elinden kurtararak halka yayacak şuura, politik akla, basirete sahip değiller. Bölgede demokrasinin yerleşeceği ortamın bulunmamasından, çatışmaların ve gerginliklerin sürmesinden en büyük zararı Türkiye görüyor. ABDnin Iraka yaptığı iki operasyon doğrudan PKKnın işine yaradı. Örgüt bir taraftan her türlü silah ve teçhizatı edinmek imkânını bulurken, diğer taraftan Kandil ve çevresindeki dağlık alanda dilediği faaliyeti yapabildiği, kale gibi tahkim ettiği bir güvenlik alanı elde etti. Bugün de aynı durum yaşanıyor. PKK Öcalanın yönlendirmesiyle Suriyedeki çatışmalarda doğrudan taraf konumunda olmadı. Esed ve muhalifleri arasında tercih yapmak yerine, gelişmeleri gözlemleyerek elverişli zamanı kolladı. Muhaliflerin yıprandığı, Esedin çekildiği anda harekete geçerek Batı Kürdistan dedikleri alanda egemenliğini kurdu. Şimdi bunu güçlendirmek, KCK sözleşmesinde belirtilen siyasî ve idarî sistemi oluşturmak için çalışma başlatıyor.
Şimdilik Barzani ile rekabete girmekten kaçınan PKKnın, bir süre sonra Kuzey Irakta Barzaniyi bertaraf etmek isteyeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Hazırlıkları yapılan Erbildeki Kürt konferansının Barzani tarafından düzenlenmekte oluşu, PKKnın inisiyatifi sürekli ona bırakacağı anlamına gelmez. İki tarafta bu örtülü rekabetin er geç gün ışığına çıkacağını biliyor, ancak erken bir çatışmanın gelişmekte olan Kürtçülük hareketine zarar vereceği bilinciyle açık bir tavır almamaya özen gösteriyor.
Ülkemizdeki eski ve yeni solcular, liberaller, kozmopolitler ve hükümete yakın duran siyasal İslâmcılar Kürt milliyetçiliğinin yurt içindeki ve bölgedeki gelişmelerini Türkiye açısından kesinlikle tehlike saymıyorlar, hatta Irak ve Suriyenin kuzey bölgelerinden Kürt siyasal varlığının oluşmasını, devletleşmesini Türkiyeye yeni bir politik ve ekonomik havza kazandıracağını öne sürüyorlar. Bu görüşler Öcalanın Türk kamuoyunu rahatlatmak amacıyla Nevruz manifestosunda dile getirdiği yeni Misak-ı Milli tanımlamasıyla bir ölçüde örtüşüyor.
Hükümet, PKK sözcülerinin Kandilden yaptıkları, BDPlilerin de tekrarladıkları devletin gerekli adımları atmadığına ilişkin suçlamalarını, tehdide varan açıklamalarını önemsemez görünüyor. Ancak hükümete yakın çevrelerden yakında önemli adımların atılacağı yeni paket hazırlıklarının yapıldığı haberleri çıkıyor. Diğer taraftan çatışmasızlık ortamının sürmesine öncelik verildiğinden, PKKnın Güneydoğu bölgesinde yürüttüğü faaliyetlerin üzerinde fazla durulmuyor. Kandille ilişkilerin gerildiği anlarda İmralıya giden BDPliler önderlerinden aldıkları mesajları örgütün üst yönetimine iletince ortam yumuşuyor. Bu tiyatro sahnelerinin ne zamana kadar tekrarlanacağı bilinmez ama bu Pollyannacılık gerçeklerle örtüşmüyor.
Ortada sadece Türkiye ile sınırlı olmayan üç komşu ülkeye yayılan geç kalmış bir Kürt milliyetçiliği, pan-Kürdist bir siyasal hareket var. Öcalanın da, Barzaninin de ve son dönemde Suriyedeki oluşumun lideri Salih Müslimin de söyledikleri, PKKnın her vesileyle tekrarladıkları ortak amacın ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor: Bir millet olarak ortaya çıkmak, millî birliği sağlamak, birinci aşamada dört parçada yaşayan Kürtlerin bölgesel özerkliğini, otonom yönetimlerini kurmak; uluslararası şartların elverişli olduğu bir ortamda Büyük Kürdistan hedefine ulaşmak. Öcalanın talimatıyla başlatılan ve üçüncüsü önümüzdeki aylarda Erbilde yapılacak olan Kürt konferansları bu maksatla düzenleniyor.
2009 yılında başlatılan ve 2013 Nevruzundan bu yana yeni bir formatla sahnelenen açılım süreci sorunu çözmek bir yana, çok daha derinleştirdi. PKK Güneydoğuda terör eylemleriyle elde edemediği psikolojik bir hava yakaladı. Sadece örgüte bağlı olanlar değil bütün Kürt kökenli yurttaşların temsilcisi konumuna getirildi. Bölgede 30 yıldır bütün baskılara rağmen PKK ile işbirliğine yanaşmayan yurttaşlar, köy korucuları ve aileleri, aşiretler yalnız bırakılmış olmanın şaşkınlığını yaşıyorlar. Örgüt geniş propaganda imkânlarını kullanarak bölgede Türk devletinin gidici olduğu, buraları artık PKKnın yöneteceği havasını yaygınlaştırıyor. Nevruzdan bu yana dağa çıkanların sayısının önemli ölçüde arttığı resmi ağızlardan açıklanıyor. Sadece bu durum bile PKKnın samimi olmadığını, barış sözcüğünü taktik amaçla kullandığını ispatlıyor.
Terör örgütü silahlı eylemlere ara verirken bunu usluca düşünülmüş stratejik bir manevra olarak yapıyor:
Böylelikle üzerindeki terörist örgüt tanımlanmasından kurtulmayı, Batılılar nezdinde haklarını elde etmek için mücadele veren meşru bir hareket olarak kabul görmek istiyor.
Silahlı mücadele yöntemiyle, Türkiye Devletini yenemeyeceğini, Devrimci Halk Savaşını kazanamayacağını 2011-2012de büyük kayıplar verme pahasına bir kere daha deneyip anladı.
Silahlı yöntemin örgüt şemasında çok önemli işleri olan KCKya karşı yasal kovuşturma yapılmasına yol açtığını, şehir yapılanması için oluşturulan örgütün faaliyetlerinin engellendiğini gördü.
Silahlı eylemsizlik kararının ilanıyla birlikte, KCK şehirlerde organize oldu. Bölgesel özerkliğin kurumsal yapısının oluşumu hızlandırıldı. Örgüte yeni katılanlarla PKK özgüvenlik güçleri dahil kendi bürokrasisini kurma projesini uygulamaya koydu.
Çeşitli vesilelerle sık sık düzenlenen gösteriler, toplantılar teröristlerin kıyafet ve silahlarıyla katılmaları sonucu tam bir örgüt gösterisine dönüştürülüyor. Önümüzdeki aylarda daha geniş kalabalıkların katılımıyla düzenlenmesi planlanan serhildanların hazırlığı yapılıyor.
Devlet sürekli çözüm sürecinin tıkanmakta olduğu tehdidi altında tutularak paralize ediliyor. Bölgedeki valiler, adli makamlar hükümetin telkinleriyle yapılanları olabildiğince görmezlikten gelerek, yasaları uygulamayarak meseleyi büyütmemeyi tercih ediyorlar.
PKK sözcüleri ve BDPli siyasetçilerle birlikte, örgütün basındaki, üniversitelerdeki sempatizan ve yandaşları devamlı olarak örgüt sözünü tutuyor, ancak hükümet barış için adım atmıyor şeklindeki suçlamalarla baskı yapıyorlar, isteklerine cevap veren düzenlemelerle adımlar atması için hükümeti zorluyorlar.
SONUÇ: PKK propaganda tekniklerini etkili kullanarak bir yandan gündeme büyük ölçüde hâkim olurken, diğer yandan devlet organlarını çalışamaz, yasaları uygulanamaz hale getiriyor. Bölgede paralel devlet inşası yönünde adım adım ilerliyor. Türk kimliğinin telaffuzu bile barışa engel diye gösterilip bastırılmaya çalışılırken, Kürt kimliği basının büyük kısmında, okumuşlar arasında adaletli ve vicdanlı olmanın gereği görülüp yüceltiliyor. Son dönemlerin en kıdemli Kürt milliyetçilerinin başında gelen, bölgede federatif yönetime geçilerek Kürt yönetiminin kurulmasını sürekli savunan, bunu partisinin programına koyan Şerafettin Elçinin adının Şırnak Havaalanına verilmesi soruna dürbünün tersinden bakıldığının somut bir örneğidir.
Öcalan Nevruz manifestosunda çekilme kararından kimsenin endişesi olmaması gerektiğini, bunun gerillaya derinlik ve genişlik kazandıracağını açıkça ifade etmişti. Dedikleri oluyor; Türkiye Kandilden belirlenen gündemin takipçisi olmaya devam ederken, Ankarada belirsizlik ve kararsızlık hüküm sürüyor; sorun giderek ağırlaşıyor.
Kaynak: https://turkocagi.org.tr/index.php/component/content/article/5731
Bu yazı 1,503 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
3 Mart 2022
Sadi Somuncuoğlu Gök Kubbede Hoş Bir Seda Bırakarak Hakk'a Yürüdü
-
14 Aralık 2021
TÜRKLERİN BİRLİĞİ ÜLKÜSÜNDE TARİHİ BİR AŞAMA
-
25 Mart 2021
MEHMET GENÇ - İlim Dünyamızdan bir Yıldız Daha Kaydı
-
27 Mart 2020
Koronavirüs Salgını ve Türkiye
-
2 Mart 2020
Suriye Bataklığında Boğulmamak İçin
-
19 Şubat 2020
Kıbrıs Türkleri Sınav Arifesinde
-
7 Ocak 2020
Trump Çok Tehlikeli Bir Kumar Oynuyor
-
1 Ocak 2020
Doğu Akdeniz Satrancı ve Türkiye
-
10 Aralık 2019
NATO Zirvesi ve Türkiye
-
17 Kasım 2019
Görüşmeler de Sorunlar da Devam Ediyor
-
19 Mart 2019
2019 Zor Bir Yıl Olacak
-
9 Mart 2019
Marmara Depremi- Pusudaki Büyük Tehlike
-
1 Mart 2019
9 Mart Olayı ve 12 Mart Müdahalesi- Darbeye Karşı Darbe
-
14 Şubat 2019
Ozan Arif Çağımızın Dede Korkut'u Hakk'a Yürüdü
-
25 Ocak 2019
12 Eylül Zulümlerinin Baş Mimarı Nurettin SOYER
-
5 Kasım 2016
Sorunlarımızın Temel Nedeni: Kaliteli Eğitim Ve Hukuk Devleti Zafiyeti
-
27 Eylül 2016
Sorunlarımızın Temeli; Eğitim Meselesi
-
20 Temmuz 2016
Menfur Darbe Girişimi ve Sonrası
-
12 Şubat 2016
PKK Terörü-Etnik Fitne Ve Terörle Mücadele Eylem Plnı Bağlamında Yüz Yıl Sonra Yeniden Beka Güvenlik Ve Bütünlük
-
1 Ocak 2016
Özyönetim Bildirgesi Yahut Ayrılış Manifestosu
Yorumlar
+ Yorum Ekle