Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Prof.Dr.Mehmet Öz Türk Ocakları Genel Başkanı
19 Temmuz 2013
''Çözüm Süreci'' ve Türkiyenin Geleceği
Türkiye kanayan bir derin yarayı tedavi etmeye çalışıyor. Yöneticilerimiz hastalığı teşhis ettiklerine derinden inanmış, tedavi yolunu da bulduklarından emin. Ancak yaranın derinliğinden dolayı ameliyat sırasında bazı komplikasyonlar olabileceğinin de farkındalar.
Otuz yıldır Türkiyenin başına bela olan terör problemi elbette ki sadece terörden ve bölücü zihniyetten kaynaklanmıyordu. Doğu ve Güneydoğunun toplum yapısı, geçmişten intikal eden bir takım yaralar ve bunların üzerine de 12 Eylül yönetiminin hamakati eklenince PKK neşvünema bulacağı ideal zemine kavuşmuş oldu. Bilahare takip edilen politika (!) ve uygulanan yöntemler de büyük ölçüde terörün azmasına, bölge insanının kısmen de olsa devletle mesafesinin açılmasına sebep oldu. Ama çok şükür ki millet bazında bir ayrışma hiçbir zaman olmadı ve inşallah da olmayacak.
Teröre karşı yürütülen etkili mücadele ile Suriyeden kaçmak zorunda kalan terör örgütü liderinin Türkiyeye teslim edilmesiyle yeni bir süreç başladı. Esasen 1991de ABDnin Iraka ilk müdahalesinin kuzey Irakta temellerini attığı oluşumun da bu süreçte önemli bir payı oldu.
1990larda başlayıp 11 Eylül 2001 saldırılarıyla dünyanın gündeminin merkezine oturan İslamofobya ve medeniyetler çatışması paradigması, Ortadoğuda İsrailin yeni müttefiki olarak bir Birleşik Kürdistan projesini de bu denklemin ana bileşenleri olarak görmek gerekiyor.
Türkiyenin 2003te Iraka yapılan ikinci müdahaleye katılmaması veya karışmasının ustaca engellenmesi de Kuzey Iraktaki Kürdistan Bölge Yönetimi oluşumunu ve PKKnın Kandilde mekân tutmasını kolaylaştırdı.
Terörün neredeyse sıfırlandığı 2000lerin başlarında, Türkiye AB yolunda birçok demokratikleşme paketini yasalaştırdı, olağanüstü hal uygulamasını kaldırmıştı. Ancak daha sonra yeniden başlayan terör eylemleri dönem dönem büyük infiallere yol açtı. Buna rağmen hükümet demokratikleşme paketlerini devam ettirdi. Özellikle de son yıllarda bir açıdan bakıldığında, Kürtçe devlet televizyonu kanalı, ana dilde savunma hakkının yasalaştırılması(ki zaten mevcut bir uygulama idi), belediyelerde iki dilliliğin fiilen uygulanması vb. PKKya taviz olarak yorumlanabilecek bir dizi adım attı veya bunlara göz yumdu. Buna rağmen sürekli tırmanan şiddeti sona erdirmek için son dönemde PKKnın İmralıdaki önderi ile başlatılan müzakerelerle bir çözüm ve barış süreci başlatıldı.
Bu süreç çerçevesinde teşkil edilen âkil insanlar heyetleriyle yedi bölgede halkın nabzı tutulmaya, daha doğrusu toplum bu konuda ikna edilmeye çalışıldı. Özellikle doğu (ki o doğuda PKKya ve ayrılıkçılığa tamamen karşı olduğu iyi bilinen yerler olmasına rağmen) ve güneydoğu heyetlerinin raporlarındaki toplumsal taleplerin PKK-BDPnin talepleriyle birebir örtüştüğü dikkatten kaçmadı. Diğer bölgelerin bazılarında Türk hassasiyetine dikkat çekildiği de oldu. Böylece âkıl insanlar eliyle de toplumdaki ayrışma bir anlamda tescil edildi. Gerçi çok küçük bir azınlık dışında kimsenin bölünmeyi istemediği ısrarla vurgulandı ama önerilen çözümlere bakılınca bu nasıl bölünmeden birarada yaşamak ? sorusunu sormamak imkânsızdı.
Kimsenin ayrıntılarını kesin olarak bilmediği, sadece tahminler yürütebildiği çözüm planının PKK ile pazarlık içermediği en yüksek makamlar tarafından temin edildi. Ne var ki son dönemde PKK-BDP bloku tarafından yapılan açıklamalara, PKKnın Iraka çekilmede ayak sürümesi, tam tersine yeni eleman devşirme, küçük çapta da olsa adam kaçırma, şantiye basma, halkı kışkırtarak karakol yakma, mezarlık açma töreni icra etme gibi provokatif eylemlere bakıldığında çözüm sürecinin netameli bir aşamaya geldiği havası alınıyor. İmralı sakininin kendi özel durumu dolayısıyla süreci sonuna kadar götürme niyeti olduğunu ileri sürenler, daha işin başında eğer bu gerçekleşmezse ben karışmam, büyük bir savaş başlar yollu tehditlerini hatırlamıyorlar ya da hatırlamamızı istemiyorlar.
Çözüm sürecinde toplumu iknada kullanılan en önemli argüman artık anaların ağlamayacak, yeni şehitlerin gelmeyecek olmasıydı. Buna vicdan sahibi hiçbir kimsenin itiraz etmesi mümkün değildi. Ne var ki, uluslararası bağlantıları, ekonomik organizasyonu ve militan yapısı ile devasa bir örgüt olan PKKnın manevi önder konumundaki Öcalanın talimatlarını harfiyen yerine getireceğinden, çevremizdeki güçlerle küresel güç odaklarının bu denklemden kolayca dışlanabileceğini düşünmek sağlıklı değildi.
Nitekim son gelişmeler Türkiyenin Suriye politikasında olsun Mısırda olsun büyük ölçüde yalnız bırakıldığına ya da daha doğru bir ifadeyle kendi sınırlarını bilmesi için ikaz edildiğine işaret ediyor. Suriyenin kuzeyinde Kuzey Irak benzeri bir yapılanmanın hızla teşekkül etmesi başlangıçtan beri işaret ettiğimiz dört parçalı Kürdistan projesinin yürürlükte olduğunu gösteriyor.
En başta böyle bir sürecin başlatılmasının hata olduğunu vurgulamıştık. Böyle bir çözüm sürecine karar verildikten sonra Türkiyenin en önemli hatası, örgütün silah bırakmadan ülke dışına çıkması gibi bir formülü kabul etmesi olmuştur. Silah bırakma şartının olmayışı, örgütün ülke içindeki unsurlarının serbestçe hareket etmesini, güvenlik güçlerinin bunlara müdahale etmemesini beraberinde getirdi. Bütün bu manzara Türk devletinin gündeydoğuda, İçişleri Bakanının da ifade ettiği gibi, paralel bir devlet yapılanması ile karşı karşıya gelmesine yol açtı.
Son gelişmeler etnik meselenin hallinin giderek daha zorlaştığını gösteriyor. Çözüm sürecinin çözülmeye yol açmaması için bundan sonra vahim sonuçlara yol açacak hatalar yapılmaması gerekiyor. Burada en önemli birkaç hususu vurgulayalım:
Devlet, PKK terörünün başarıya ulaştığı intibaını kökleştirecek uygulamalara bir an önce son vermelidir. Devlet, kim olursa olsun, etnik veya mezhep kökenine bakmaksızın bütün yurttaşlarına eşit mesafede dururken bölünmeye yol açacak uygulamalara prim vermemelidir. Bazı âkıl insanlar öteden beri devletin zamanında atmadığı adımların maksimalist taleplere yol açtığını söylüyor. Terör örgütü eylemlerine devam ederken atılan adımların hiçbir değerinin olmadığını Türkiye tecrübesi yeterince gösteriyor. Eğer Türkiye 2000lerde atılan adımları atmamış olsaydı bugün öz savunma birlikleri gibi küstahlıklarla karşılaşmayabilirdik.
Silahlı terör örgütünün tehdidi altında ulaşılabilecek bir çözüm yoktur ve olamaz. PKK, KCK yapılanmasıyla toplumun hücrelerine nüfuz ederken kendi silahlı gücünü de Demoklesin kılıcı gibi tutuyor. Türkiyenin etnik fitneyi sonlandırmasının ilk ve en önemli adımı nasıl olursa olsun silahlı tehdidin ortadan kaldırılmasıdır. Eğer demokratikleşme paketleri açılacaksa ancak bundan sonra ayrışma ve bölünmeye yol açmayacak bir muhteva ile bunlar gündeme gelmelidir. Aksi takdirde, bugüne kadar yapılan bazı açılımlar gibi bundan sonra atılacak adımlar da hep PKKnın başarı hanesine yazılacak, bir sonraki aşamada daha ileri talepler seslendirilecektir.
Nitekim son günlerde çok yüksek sesle olmasa da medyada, KCKnın izleyeceği yola ilişkin tutum belgesinde yer alan tehditkâr ifadeler, PKKnın geleceğe yönelik tasavvurları yer aldı. Belgede, müzakerelerin ikinci aşamaya geldiği halde AKPnin gerekli adımları atmadığı ifade ediliyor. BDP sözcülerinden de sıkça duyduğumuz bu şikâyetler ortada bir pazarlığın olmadığı iddiasını boşa çıkarıyor. PKK yöneticileri her ne kadar A. Öcalanın yol haritasına bağlı olduklarını ifade etseler de AKP üzerinde siyasî baskı oluşturmak için toplumsal dinamiklerin harekete geçirilmesi ve halk isyanları için örgütsel çalışma yapılması kararının anlamı çok açıktır. Yine çeşitli güçlerden gelebilecek saldırılar karşısında gerillanın aktif savunmaya her an hazırlıklı olmasını geri çekilme, silahların susması, silahlı mücadele döneminin bitmesi ile bağdaştırmak ise herhalde sadece Türkiyenin âkil insanlarına has olsa gerek.
Şurasını da açıkça ifade edelim: Salt iktidar yıpransın diye malum sürecin başarısız olmasını isteyenler olabilir ama bunlar, önceliği vatan ve millet olan Türk milliyetçileri değildir. Gündelik siyasetin dışında yer alarak Türk-İslâm âleminin yücelmesi yolunda, millî kültüre, milletin birliğinin devamına ve devletin bekasına hizmeti şiar edinen Türk Ocakları, baştan beri bu planın sakat olduğunu, vahim sonuçlar doğurabileceğini ikaz etti. Yukarıda işaret edilen gelişmeler ikinci bir Habur vakasının ihtimal dahilinde olduğunun basında dillendirilmesine yol açmıştır. O bakımdan, sürece dair dile getirilen eleştirel görüşlerin hepsini kanın durmasını istemeyenlere atfetmek, insafsızlıktan öte gerçekliği görmemektir.
Son dönemde özellikle bazı âkil insanlar ve kanaat önderlerinin oluşturduğu dil, ne yazık ki bütünleşmeye değil bölünmeye ve ayrışmaya hizmet etti. Toplum Türk-Kürt, Alevi-Sünni olarak ayrıştırılıyor. Türklerle Kürtlerin barışmasından dem vuranlar otuz yıldır devam eden şiddete rağmen bu toplumun etnik bir kavgaya asla itibar etmediğini göz ardı ediyor. Bütün tahribata rağmen hâlâ sosyal, ekonomik, kültürel açıdan büyük ölçüde bütünleşmiş bir milletiz. Psikolojik operasyonlarla bu milleti etnik temelde ayrıştırma gayretlerine son verilmelidir. Suriye politikası ve Gezi olayları vesilesiyle Alevi meselesinin de bir çatışma unsuru haline getirilmek istendiği açık bir şekilde ortaya çıktı.
Bu çevrelerin en çok tahrip ettikleri kavramlardan biri de devlet kavramıdır. Devletsiz olmanın, boyunduruk altında yaşamanın ne olduğunu bilmeyenler için her hadisede devleti suçlamak rahatlatıcı olabilir. Ceberrut, milleti hakir gören, Jakoben bir anlayışı tasvip etmek asla mümkün değildir. Ancak, unutulmamalı ki, kişilerin ve yöneticilerin hatalarından hareketle devlet kavramının ve kurumunun yıpratılması ülkeyi ve milleti zaafa düşürmekten başka bir netice hasıl etmez.
Sağduyu sahiplerine, vatanını, insanını düşünenlere düşen, birlik dilini güçlendirmektir. Sadece sözde değil fiilde de bütün yurttaşları kucaklayıcı bir tavır geliştirmektir. Bunu etnik ya da mezhebî köken ayırmadan yapmaktır. Farklılıklarımız olsa da hepimizin birlikte Türk milleti olduğu gerçeğini kuvvetle dillendirmek, anlatmaktır.
Anayasa çalışmalarında, yetersiz bir düzeyde olsa da, üç partinin Türk milleti kavramında mutabık kalması, Cumhurbaşkanımızın Türk devleti vurgusu ana çerçevemiz olmalıdır. Üniter, millî devlet yapımızı zamanın ruhuna uygun bir şekilde geliştirerek muhafaza etmeliyiz. Eğitim öğretim alanında atılacak adımlara son derecede dikkat edilmelidir. Başbakan düzeyinde ana dilde eğitim olmayacak denilmesine rağmen iktidar partisinin önde gelen mensuplarının bunu bir insan hakkı olarak savunması haklı endişelere yol açmaktadır. Herkesin ana dili saygındır, öğrenilmeli ve öğretilmelidir. Ne var ki, ülke bütünlüğü ve millet birliği açısından temel eğitim dili ülkenin millî dili olmalıdır. O da, herkesin çok iyi bildiği gibi, bu topraklarda tarihin bir sonucu olarak Türkçedir.
Bu hassas dönemde Türk milletinin birliği ve Türk devletinin bekası için hepimize önemli görevler düşüyor. Son açıklamalar Türkiyenin yeni bir şiddet dalgası ve toplumsal olaylar silsilesi ile karşı karşıya kalabileceğini ima ediyor. İktidar ve muhalefet partilerinin lider ve yöneticilerinin böyle bir hassas ortamda birbirlerine karşı kullandıkları özensiz ve tehlikeli üsluplarını değiştirmeleri, devlet kurumlarının süreçin başlangıcında ve devamında yaptıkları hesaplarını gözden geçirip alternatif planlarını iyi tasarlamaları elzemdir.
Kaynak: https://turkocagi.org.tr/index.php/component/content/article/5711
Bu yazı 1,555 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
7 Mart 2022
Rusya'nın Ukrayna işgali ve Düşündürdükleri
-
14 Aralık 2021
TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI
-
25 Mart 2021
2020lerde Dünya, Bölgemiz ve Türkiye
-
27 Mart 2020
Kut'tan Milli İradeye: Türkler'de Egemenlik Anlayışı
-
1 Mart 2020
Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe
-
1 Şubat 2020
Türk Ocakları: 108 Yıl Önce 108 Yıl Sonra
-
1 Ocak 2020
Kıskaçtan Çıkış: Doğu Akdeniz Meselesi
-
5 Aralık 2019
Suriyeli Sığınmacılar Meselesi: Nasıl Bakmalı?
-
29 Ekim 2019
Barış Pınarı Harekatı ve Sonrası
-
15 Ekim 2019
Kutadgu Biligde Devlet Ve Toplum Anlayışı
-
22 Mart 2019
Tarih Işığında Yeni Zelanda'daki Müslüman Katliamı
-
10 Mart 2019
Dünden Yarına 28 Şubat
-
16 Şubat 2019
Beka ve Siyaset
-
26 Ocak 2019
XX. Yuzyıldan XXI. Yuzyıla Turk Milliyetçiliği: Tarih, Millet ve Din
-
1 Ekim 2016
Türkiyenin Tek Gündemi Beka Meselesidir
-
1 Ağustos 2016
FETÖ/PDYnin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi
-
3 Temmuz 2016
Vekalet Savaşları, Terör Ve Türkiye
-
2 Şubat 2016
Terörle Mücadele ve Sistem Tartışmaları
-
29 Aralık 2015
2016ya Girerken '' Havf ile Reca'' Arasındaki Türkiye
-
12 Kasım 2015
Sistem Ve Çözüm
Yorumlar
+ Yorum Ekle