Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Prof.Dr.Mehmet Öz Türk Ocakları Genel Başkanı
14 Ağustos 2013
''Çözüm Süreci'', Suriyenin Kuzeyi ve Türkiye
Çözüm sürecinin Suriyenin kuzeyindeki gelişmelerle yakından ilgili olduğu giderek daha açık ve net bir hal kazanmaktadır. Suriye politikasında yapılan yanlış hesapların, Irakta olduğu gibi inisiyatifimiz dışında gelişmelerin meydana gelmemesi için ön alma saikiyle yapılmış olsa da, Türkiyenin Irak Kürtleri dışında Ortadoğudaki komşu devletlerle ilişkilerini bozması, ABD, Rusya, Çin, AB gibi küresel güçlerin Türkiyenin Ortadoğu siyasetine soğuk yaklaşımları, Mısırdaki gelişmeler birarada okunduğunda önümüzde çok daha zorlu bir süreci uzandığı anlaşılıyor.
Bu bağlamda Türkiyede PKKnın silah bırakmadan, Türkiye sınırları dışına çıkma ve ateşkesi kabul etmesinin arkasında yatan gerçekler daha iyi anlaşılıyor. Suriyede Esed ile muhalif güçler arasındaki çatışmada iki tarafın yeterince yıpranmasından sonra PKK-PYDnin kendi açılarından akıllıca bir stratejiyle, Suriyenin kuzeyinde Kürtlerin demografik ağırlığıyla orantısız bir şekilde geniş bir alanda hâkimiyet kurma çabaları bunu açıkça gösteriyor.
Abdullah Öcalan üzerinden PKK ile müzakere başlatan devlet aklının bu gelişmeyi öngöremediğini düşünmek mümkün değil; şayet öyleyse bu Türk devleti için vahamet ötesi bir anlam taşır. Bu akıl, öyle anlaşılıyor ki Kürtlerle büyüyen bir Türkiye tasavvurunu kuvveden fiile geçirmek için bir plan yapmıştır; ilk başta resmî ağızlar verilen bir söz yok demesine rağmen, PKK-BDP çizgisinin açıklamalarından böyle bir planın PKK liderliği tarafından kabul edildiği/öyle göründüğü anlaşılıyor.
Bugün artık mızrak çuvala sığmaz hale gelmektedir. Herhangi bir pazarlık yok denmesine rağmen ana dilde eğitim, seçim barajı vb. konuları içeren yeni bir demokratikleşme paketi, PKK-BDPnin yoğun baskılarıyla gündeme gelmiştir. Bu gibi tedbirlerle tatmin olmayacağı açık olan PKK-KCK-BDP, bu çatışmasızlık döneminde kadrolarını dinlendirmiş, yeni elemanlar kazanmış ve en önemlisi Suriyenin kuzeyinde PYDnin önünü açmıştır. Nitekim, Türk basınındaki PKK-BDP sempatizanları yoğun bir şekilde Kürtler için olumlu bir şey olduğunda Türkiye niye karşı çıkıyor yollu propaganda ile adeta hükümetin yarım ağız PYDye yaptığı ikazlara bile tahammül edemiyorlar.
İki Milletli Yeni Türkiye Tasavvuru Çözüm Değil Çözülme Getirir
Açıkça ifade edelim: Lafı artık eğip bükmenin anlamı kalmadı. Gidiş egemenliğin paylaşılması ve iki dilli, iki milletli yeni bir yapılanmaya doğrudur. Bunun Türkiye için bir büyüme imkânı getireceği, devlet tecrübesi olmayan Irak, Suriye ve belki daha sonra İran Kürtlerinin Türkiye himayesine girmesiyle Türkiyenin bölgede etkili, büyük bir güç olacağını zannetmek iyi niyetli ama hayli tehlikeli bir hayaldir. Dünya ve bölge şartları, tarihî tecrübe dikkate alındığında gerçekçi olmayan, tehlikeli sonuçlar doğurması kuvvetle muhtemel bu hayalin pahalıya mal olmaması için genel demokratikleşme perspektifi dışında, iki dilli-iki milletli bir oluşuma götürecek hiçbir adım atılmaması, şayet böyle düzenlemeler yapılması düşünülüyorsa bunların başka paketlerin içine gizlenmeden, açık bir şekilde milletin onayına sunulması gerekmektedir. Demokrasinin, millî iradenin gereği budur.
Bugün televizyon ekranları büyük ölçüde nüfusun yüzde 10unun görüşlerini dahi temsil etmeyen sol, sol-liberal, kürtçü bir takım zevatın propagandasına amade kılınmış durumda. Bunların yanında İslamî yazar etiketli, millî ve yerli köklerden kopuk bazı gazeteci yazarların büyük kısmı da maalesef çözüm adı altında bu iki dilli, iki milletli projeye zımnî destek vermektedir. Bazıları giderek daha kuşkucu hale gelmişse de çözüme karşı olmak ya da iktidara karşı görünmek istemediklerinden tedbirli bir dili muhafaza ediyorlar. Bazı Kürtçü kalemler ve onların destekçileri mevcut sınırların Birinci Dünya Savaşı sonunda emperyalistlerce çizildiğini, Kürtlerin dört ülkeye dağıtıldığını ileri sürüyor. Ama öyle bir üslup kullanıyorlar ki sanki emperyalistler Kürdistan diye bir ülkeyi bölmüşler. Bilenler biliyor ki, emperyalist güçler o dönemde de bir Kürdistan projesine sahipti ama konjonktürel olarak enerji kaynaklarını daha kolay tasarruflarında bulundurmak için Osmanlı-Türk devletinin topraklarını cetvelle çizip hâkimiyet alanlarını kurdular.
Eğer burada bir emperyalist aldatmaca varsa bu Kürtlerden çok, Osmanlıya ihanet karşılığında Büyük Arabistan vaadiyle İngilizlerce kullanılan Şerif Hüseyin liderliğindeki Araplara karşı yapılmıştır. Yine hatırlanmalıdır ki, evet o sınırları emperyalistler çizdi; hatta daha vahimini de çizdiler. Bugün onların Kürdistan dedikleri bölgeyi de Büyük Ermenistanın bir parçası olarak çizmişlerdi. O kadarına Türk milleti müsaade etmedi. Bugün bazılarının Kürdistanın dört parçası diye herbirine ad verdikleri o topraklar, 1914 öncesinde Osmanlı Türk devletinin egemenliğinde idi ve o devletin resmî dili de Türkçe idi. İşte herşeyin uzmanı bu allame gazeteci-televizyoncu takımının gözlerden kaçırdığı saklanamaz gerçek budur.
Bugün o coğrafyada Türkiyenin himayesinde laik Kürtlerin bir özerk/federe devletinin kurulmasını talep edenlerin, bu işte aynı emperyalistlerin kendilerinin ve İsrailin çıkarlarını düşündüğünü bilmemesi mümkün mü? Burada bir çelişki var. Bir kesim ısrarla çözüm projesinin millî/yerli olduğunu, küresel odakların değil tamamen Türkiyenin inisiyatifiyle başlatıldığını, Suriye ve Mısır siyasetlerinin de esasen bu doğrultuda olduğunu, bu yüzden de Türkiyeye karşı bir komplo (Gezi Parkı) kurulduğunu iddia ediyor. Bu doğru ise şunu sormak gerekmez mi: Türkiyenin Orta Doğuda bütün küresel (ABD, AB, Rusya, Çin) ve bölgesel (İran, merkezi Irak yönetimi, Mısırdaki darbe yönetimi vb.) karşısına alarak bir siyaset izlemesi akılcı mıdır? (Tabii bu noktada düne kadar anti-Amerikancılığı kimseye bırakmayıp hükümeti BOPun uygulayıcısı ilan ettiği halde bugün İsrail ve ABDye karşı politika izlemenin yanlış olduğunu söyleyenleri de ibretle izliyoruz. Ancak bu kesimler meseleye ak-kara penceresinden baktıkları için yarın bu görüşleri de değişebilir).
Çare, Millî Birliğe (Çokluk İçinde Birliğe) Dayalı Gelecek Tasavvurudur
Unutulmamalıdır ki, Türkiye Millî Mücadeleyi yaptığı dönemde Birinci Dünya Savaşında düşmanı olan ve sonrasında ülkeyi işgal eden devletlerle dahi anlaşmalar yaparak gücünü toparlamış ve tek cepheye yoğunlaşmayı başarmıştır. Diplomasi ve siyasetin temel kurallarını, değişmeyenlerini olduğu kadar değişenlerini de sürekli analiz etmek, bir bölge gücü olarak kendi öz çıkarlarımız temelinde müdahil olmak son derecede hayatî önemi haizdir. Türkiye, birtakım merkezlerde hazırlanmış haritaların öngördüğü yeni Orta Doğu düzenine karşı kendi tasavvurunu ortaya koymak istiyorsa bunu tarihin, coğrafyanın, demografinin ve nihaî kertede kendi medeniyet tasavvurunun imkânları çerçevesinde yapmalıdır.
Türkiyeyi iki farklı coğrafya, iki farklı millet olarak kabul eden bir yaklaşımın bu toprakların tarihiyle de, kültürüyle de, medeniyet değerleriyle de bağdaşması söz konusu değildir. Selçukludan Osmanlıya siyasî tarihimiz fetretten ve tavaif-i mülûkdan merkezî devlete doğru gelişim göstermiştir. Bugün de kendi içimizdeki farklılık ve çeşitlilikleri birarada tutan, çokluk içinde birlik ilkesini benimseyen, yaratanın iradesine (farklılıklar) ve emirlerine (vahdet) uygun bir nizamı yeniden kurabiliriz. Bu, etnik farkları vurgulayan bir dille değil, onları kabul eden, insanların kimliklerine saygılı, millî birliği esas alan bir gönül diliyle mümkündür.
Kendi idaresindeki farklı kavim ve kabileleri bir bayrak altında toplayan İlteriş Kağanın, Türklüğün Anadoluyu vatanlaştırmasını sağlayan Alp Arslanın, İstanbulu fethederek cihanşumül bir devletin ve medeniyet bakışının hakim olmasını sağlayan Fatihin, Türk milletini bu topraklardan Orta Asyaya göndermeye azimli Haçlılara karşı Millî Mücadele ile yeniden diriliş hareketinin liderliğini yapan Gazi Mustafa Kemal Atatürkün çok iyi bilinmesi, anlaşılması lazımdır. Şayet bir 2023, bir 2053 ve bir 2071 perspektifimiz varsa bunun sadece bu tarihi iyi bilmekle değil, tıpkı o örnek şahsiyetlerin yaptığı gibi, hâli iyi tahlil edip istikbali tasarlamakla gerçekleşebileceğinin idrak edilmesi bir mecburiyettir.
Kaynak: http://www.turkocagi.org.tr/index.php/arsiv/genel-baskandan/5782-coezuem-suereci-suriyenin-kuzeyi-ve-tuerkiye
Bu yazı 1,648 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
7 Mart 2022
Rusya'nın Ukrayna işgali ve Düşündürdükleri
-
14 Aralık 2021
TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI
-
25 Mart 2021
2020lerde Dünya, Bölgemiz ve Türkiye
-
27 Mart 2020
Kut'tan Milli İradeye: Türkler'de Egemenlik Anlayışı
-
1 Mart 2020
Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe
-
1 Şubat 2020
Türk Ocakları: 108 Yıl Önce 108 Yıl Sonra
-
1 Ocak 2020
Kıskaçtan Çıkış: Doğu Akdeniz Meselesi
-
5 Aralık 2019
Suriyeli Sığınmacılar Meselesi: Nasıl Bakmalı?
-
29 Ekim 2019
Barış Pınarı Harekatı ve Sonrası
-
15 Ekim 2019
Kutadgu Biligde Devlet Ve Toplum Anlayışı
-
22 Mart 2019
Tarih Işığında Yeni Zelanda'daki Müslüman Katliamı
-
10 Mart 2019
Dünden Yarına 28 Şubat
-
16 Şubat 2019
Beka ve Siyaset
-
26 Ocak 2019
XX. Yuzyıldan XXI. Yuzyıla Turk Milliyetçiliği: Tarih, Millet ve Din
-
1 Ekim 2016
Türkiyenin Tek Gündemi Beka Meselesidir
-
1 Ağustos 2016
FETÖ/PDYnin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi
-
3 Temmuz 2016
Vekalet Savaşları, Terör Ve Türkiye
-
2 Şubat 2016
Terörle Mücadele ve Sistem Tartışmaları
-
29 Aralık 2015
2016ya Girerken '' Havf ile Reca'' Arasındaki Türkiye
-
12 Kasım 2015
Sistem Ve Çözüm
Yorumlar
+ Yorum Ekle