Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Nuri Gürgür
23 Ocak 2014
Kuvvetler Ayrılığından Kuvvetler Birliğine Geçme Girişimi Siyaseten İrticadır
HSYKda köklü değişiklikler yapan kanun teklifi Adalet Komisyonundan geçti. Son dakikada yeni bir gelişme olmazsa, Genel Kurulda görüşülmesi muhtemelen bu hafta tamamlanacak. Hükümet, Meclisteki büyük çoğunluğuna dayanarak, yargıyı kontrolüne almanın yollarını açacak bu düzenlemeyi yapmakta kararlı görünüyor. Ancak teklifin bu haliyle yasalaşması durumunda, artık Türkiyede Anayasada belirlenen Kuvvetler Ayrılığı ilkesi ağır bir yara alacaktır.
Teklif yasalaşırsa, HSYKdaki görevlilerin tümünün görevi son bulacak. Yeni görevlendirilmeler doğrudan Adalet Bakanı tarafından yapılacak. Teftiş Kurulu Başkana bağlı olacak. Böylece teftişler Bakanın talimatına göre yapılacak ve müfettişler Bakana karşı sorumlu, dolayısıyla bağımlı olacaklar.
Tetkik Hâkimlerini ve Adalet Akademisinin 31 üyesinin 22sini Bakan seçecek. HSYKnın bütün yetkileri Bakana devredilecek. Bakan tek başına HSYK üyeleri hakkında soruşturma ve kovuşturma makamı haline gelecek. HSYK üyeleri böylelikle Bakana bağlı olacak. Toplantı yeter sayısı yükseltilerek, gerekli görüldüğünde, Kurul toplanamaz hale getirilecek. Genelge çıkarma yetkisi Genel Kuruldan alınıp Bakana verilecek.
Anayasanın 159ncu maddesinin bu gibi konuların kanunla düzenlenme yetkisini veriyor olması, Meclisteki çoğunluğuna dayanarak Anayasanın Kuvvetler Ayrılığı ilkesine aykırı kanunlar yapmaya kesinlikle cevaz vermez. Çünkü bunu yapmak, Anayasanın ihlâli anlamına gelir. Başka bir ifadeyle, Yargının bu ölçüde Bakanlık üzerinden Yürütme organına bağlanması, sistemin Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin değiştirilmesi, 1924 Anayasasında olduğu gibi Kuvvetler Birliğine dönüştürülmesi anlamına gelir.
1921 yılında, Milli Mücadelenin olağanüstü şartları halinde çıkarılan Teşkilat-ı Esasiye Kanununun ve ardından 1924 tarihli Anayasanın beher özelliği Rousseaunun milli irade kavramından esinlenilerek Kuvvetler Birliğinin esas alınmasıdır. Mustafa Kemal Paşa o günkü şartlar içerisinde Kuvvetler Ayrılığının iktidarı sınırlamak için anlamlı bir araç olmadığını, tabiatta dahi Tevhid-i Kuvva (Kuvvetler Birliği) bulunduğunu savunur. Görüşünü savunmak için Amerikan Cumhurbaşkanı Wilsonun kitabından örnekler vererek şöyle der: Ben korkmadan, çekinmeden ve tam bir katiyetle ifade ediyorum ki, milli hâkimiyetin değiştirilmesi ve yorumlanması değil, fakat bir kelimesinin, bir noktasının bile şöyle veya böyle olmasını talep edenler benim gözümde en koyu mürtecidir.
Çok partili döneme geçilip 1950de serbest seçimlerin yapılması, 27 yıllık CHP iktidarının değişmesi, Anayasa ve yasalarda demokrasinin gerektirdiği düzenlemeler yapılmadığından sistemin özünde değişikliğe yol açmadı. Bu nedenle on yıllık Demokrat Parti iktidarı süresince, hükümetin mevcut anayasadan kaynaklanan yetkilerini kullanarak yaptığı bazı icraatlar ve çıkardığı bazı yasalar Anayasaya uygun olmasına rağmen devamlı eleştirildi, anti demokratik olarak nitelendirildi. Bu gerekçelerle yapılan 27 Mayıs darbesinden sonra DP yöneticileri Yassıadada mevcut Anayasayı ihlâl etmekle suçlanıp yargılandılar; mahkûm edildiler. Bir başbakan ve iki bakanın idamına yol açan suçlamaların en önemli gerekçesi, darbeden iki ay önce TBMMde Tahkikat Komisyonunun kurulmasıydı. Oysa 24 Anayasasında Mecliste bu tür kanunların çıkarılmasına aykırı bir hüküm yoktu. Tam aksine yasama organı, yürütme ve yargı organlarının işleyişini düzenleyecek yetkiye sahip bulunuyordu. Rahmetli Menderes 1955 yılında parti içi sorunlar yaşandığı sırada yapılan grup toplantısında, milletvekillerinin yetkilerinin ne derece geniş olduğunu anlatmak amacıyla siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz derken bir rejim değişikliği iması yapmıyor, sadece Meclisin ne derece geniş yetkilere sahip olduğunu anlatmak istiyordu.
27 Mayıs darbesinden sonra hazırlanan 1961 Anayasasında, Yasama organının (dolayısıyla hükümetin) bu derece geniş yetkilere sahip olmasını engellemek maksadıyla, yargıyı öne çıkaracak hükümler konuldu; Anayasa Mahkemesi ihdas edildi, Danıştayın yetkileri artırıldı. Ancak kısa süre sonra bunun ifrat-tefrit anlamında başka sorunlara yol açtığı görüldü. Çünkü özerk alanlar teşkil edilirken, aynı zamanda jüristokratik eğilimler taşıyan ideolojik yargı ihdas ediliyor, Yürütmenin alanı fazlasıyla daraltılıyor, Yasamanın bazı yetkilerinin Anayasa Mahkemesi tarafından kullanılmasının kapıları açılıyordu. Nitekim gerek 12 Marttaki askeri vesayet döneminde, gerekse 12 Eylül Anayasasında bu sorunlar ortadan kaldırılmaya çalışıldı.
Partiler arasında sorunun Anayasada değişiklik yapılarak çözümlenmesi hususunda anlaşma olmadığı taktirde, hükümet bu yasayı çıkarmakta kararlı görülüyor. Kısa bir süre önce konunun Mecliste Anayasa değişikliği yapılmak üzere görüşülmesi için Başbakan ve parti liderleriyle temaslar yapan, ancak teklif ve telkinleri kabul görmeyen Cumhurbaşkanı Gül Kanunu imzalar mı; bilmiyoruz. İmzalaması durumunda hukuki yollar elbette tıkanmış olmayacaktır. Muhalefet Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapacak. Ancak AYM Yasayı iptal, hatta tartışılacak bir karar alarak yürütülmesini durdurması durumunda bile sistem çoktan değişmiş olacaktır. Çünkü AYM kararları geçmişe teşmil edilmeyeceğinden, aradaki birkaç günlük sürede yapılacak olan bütün işlemler geçerliliğini koruyacaktır.
Yapılacak işlemlerin Danıştaya götürülmesi yolu da tıkanmaktadır. Çünkü teklifin yasalaşmasıyla birlikte HSYKnın Genel Sekreter Yardımcısından bütün elemanlarına kadar çalışanlarının tamamı boşa çıkmış olacak; Adalet Bakanı yerlerine dilediği kişileri tayin edebilecek.
Özellikle son aylarda ortaya çıkan güncel sorunlar, yaşanan iktidar ve güç mücadelesi gerekçe gösterilerek, usul ve yasalardaki bazı boşluklardan yararlanılarak sistem değişikliği yapılması, sorunları çözmek bir yana çok daha karmaşık hale getirecektir. Çünkü kanunen meşru ancak hukuka bağlılık anlamında yanlış adımlar orta vadede siyasal ve toplumsal gerginliklerin, kutuplaşmaların tırmanmasına yol açar.
Kararlarda öfke ve nefret gibi mantıklı düşünmeyi bastıran duygusal faktörler etkili olunca, itidal ve basiret kolayca unutulabiliyor. Yaşanılan sorunların kaynağının kuvvetler ayrılığı değil, uygulamadaki hatalar olduğu görülmüyor. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığının zayıflatılıp, yürütmenin etki alanı genişletilince zihniyet ve düşünce bakımından güvenilen kişilere görev verilince problemlerin biteceği düşünülüyor. Oysa günümüzde, gelişmiş bir demokrasinin ve gerçek alanda hukuk devleti olmanın temel şartının kuvvetler ayrılığı olduğu artık tartışılmıyor. Bu konuda en önemli husus, kuvvetlerin, organların birbirleriyle ahenkli ve saygılı bir biçimde çalışmalarını sağlayacak kontrol ve fren mekanizmasının oluşmasıdır. Bu mekanizmanın varlığı ve işlerliği demokratik sistemin teminatıdır. Bu olmadığı taktirde yürütme organında çoğunluğu elinde tutan iktidar, Yürütmenin egemen olacağı otoriter bir sistemi kurmaya yönelir. Jüristokratik vesayetten kurtulma adı altında Kanun Devletine geçilir; hukuk devleti kağıt üzerinde kalır. Sonuçta farklı görüşlerin de saygı gördüğü, iktidarın paylaşıldığı çağdaş bir demokrasi yerine, fiili olarak tek partili cumhuriyet dönemine dönülmüş olur.
2014 yılına girilirken ülkemizin son derece ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğu ortadadır. Bir yıldır Güneydoğudan şehit cenazelerinin gelmeyişi sürekli başarı olarak vurgulanıyor. Ancak PKK-KCKnın giderek etkili hale geldiği, fiilen paralel devlet oluşturma yolunda olduğu, Güney hududumuza bitişik bir PKK devletinin kurulma aşamasında bulunduğu görülmek istenmiyor. Adeta bıçak sırtında sürdürülmeye çalışılan ekonomik dengeler, kronik hale gelen cari açığın sıcak parayla karşılanamaması ekonomimizi belirsiz ve kırılgan bir ortama sürüklüyor. Eğitimde, sağlıkta yaşanan sorunlar ortadadır. Türkiye bütün bu iç sorunlarına çözüm bulmakta zorlanırken, dışarıdan gelen baskılar, bölgesel sorunlar giderek tırmanıyor. Ermeniler 2015e girilirken dünya çapında görünmemiş bir propaganda seferberliği yaparak Türkiyeyi köşeye sıkıştırmaya hazırlanıyorlar. Bu tablo ortada iken hangi gerekçeyle olursa olsun sistemi 60 yıl öncesine dönüştürecek demokratik hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayan bir yanlışın yapılması telafisi olmayan sıkıntılar doğurur; toplumsal gerginliklere, kavgalara, rejim tartışmalarına yol açar. Henüz vakit varken bu gerçeklerin görülmesini, karar alıcılara akli selimin, sağ duyunun hâkim olmasını dileriz.
Kaynak: http://turkocaklari.org.tr/index.php/arsiv/basyazi/6371-basyaz200114
Bu yazı 1,825 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
3 Mart 2022
Sadi Somuncuoğlu Gök Kubbede Hoş Bir Seda Bırakarak Hakk'a Yürüdü
-
14 Aralık 2021
TÜRKLERİN BİRLİĞİ ÜLKÜSÜNDE TARİHİ BİR AŞAMA
-
25 Mart 2021
MEHMET GENÇ - İlim Dünyamızdan bir Yıldız Daha Kaydı
-
27 Mart 2020
Koronavirüs Salgını ve Türkiye
-
2 Mart 2020
Suriye Bataklığında Boğulmamak İçin
-
19 Şubat 2020
Kıbrıs Türkleri Sınav Arifesinde
-
7 Ocak 2020
Trump Çok Tehlikeli Bir Kumar Oynuyor
-
1 Ocak 2020
Doğu Akdeniz Satrancı ve Türkiye
-
10 Aralık 2019
NATO Zirvesi ve Türkiye
-
17 Kasım 2019
Görüşmeler de Sorunlar da Devam Ediyor
-
19 Mart 2019
2019 Zor Bir Yıl Olacak
-
9 Mart 2019
Marmara Depremi- Pusudaki Büyük Tehlike
-
1 Mart 2019
9 Mart Olayı ve 12 Mart Müdahalesi- Darbeye Karşı Darbe
-
14 Şubat 2019
Ozan Arif Çağımızın Dede Korkut'u Hakk'a Yürüdü
-
25 Ocak 2019
12 Eylül Zulümlerinin Baş Mimarı Nurettin SOYER
-
5 Kasım 2016
Sorunlarımızın Temel Nedeni: Kaliteli Eğitim Ve Hukuk Devleti Zafiyeti
-
27 Eylül 2016
Sorunlarımızın Temeli; Eğitim Meselesi
-
20 Temmuz 2016
Menfur Darbe Girişimi ve Sonrası
-
12 Şubat 2016
PKK Terörü-Etnik Fitne Ve Terörle Mücadele Eylem Plnı Bağlamında Yüz Yıl Sonra Yeniden Beka Güvenlik Ve Bütünlük
-
1 Ocak 2016
Özyönetim Bildirgesi Yahut Ayrılış Manifestosu
Yorumlar
+ Yorum Ekle