Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Prof.Dr.Mehmet Öz Türk Ocakları Genel Başkanı
30 Haziran 2015
7 Hazirandan Sonra Türkiye: Muhasebe ve Tedbir
7 Haziran 2015 tarihinde gerçekleşen genel seçimlerin sonuçları çok değişik açılardan yorumlandı, yorumlanmaya da devam edecek. Türkiye, elan hükümetin nasıl kurulacağı, kurulması/kurulmaması gerektiği konularına fazlaca odaklandığından seçimin anlamı, gelecek açısından taşıdığı imalar hakkında yeterli düzeyde bir tartışma ortamı oluşmadı. Hatta, hükümet kurulamadığı takdirde gidilebilecek olan erken seçime dönük anketlerin sonuçları daha fazla ilgi çekiyor. Halbuki, seçim sonuçlarının ortaya koyduğu ilk genel fotoğrafın arka planı, ayrıntıları dikkatle incelenmeyi bekliyor, sosyologlara ve siyaset bilimcilere bu bakımdan çok fazla iş düşüyor. Etnikçi siyasetin geldiği nokta, milletin sempati ve sevgisinin sınırlarını iyi hesaplayamayan mütekebbir tavrın maşeri vicdan tarafından esaslı bir şekilde ikaz edilmesi, milletin ana omurgasının her şeye rağmen sağlamlığını ve direncini muhafaza ediyor oluşu, iktidar ve Tayyip Erdoğan aleyhtarlığının ulusalcı ve sol kesimleri olduğu kadar bir kısım cemaat mensuplarını dahi etnikçi siyaset yapan partiyi desteklemeye sürüklemesi vb. hususların her biri başlıbaşına ele alınmayı icap ettiriyor.
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var: Türkiyenin ve Türk milletinin geleceği hakkında sorumluluk duyanların, basit ve sığ siyasî çıkar hesaplarının üzerine çıkarak düşünmek ve eylemek gibi tarihî bir yükümlülükleri vardır. Bulunduğumuz coğrafya üzerinde 1990larda başlayan yeniden tasarım çalışmaları bugün çok önemli ve kritik bir aşamaya gelmiştir. Türkiyenin 1980lerden beri yaşadığı etnik bölücü kalkışma ve fitneye karşı, uluslararası güç odaklarının telkin ve yönlendirmeleriyle başlatılan açılım ve çözüm süreçlerinin ciddi bir biçimde gözden geçirilmesi, hangi safhada hangi telkinlerin, doğrudan veya dolaylı olarak kimlerden geldiğinin incelenmesi zaruridir.
Özellikle medeniyet coğrafyamızdaki gelişmeleri ıskalayan bir tahlil, bizi yanlış sonuçlara sürükler. Medeniyetler çatışması tezinin müellifleri aslında medeniyet içi çatışmaları körükleyerek İslam dünyasındaki kargaşayı derinleştirmeyi kendi çıkarları gereği tatbik sahasına koymuşlardır. Bilindiği üzere, İslam coğrafyası on yıllardır savaş ve terörle yaşıyor. 1990larda Irakta başlayan, 2000lerde Irakta devam eden ve bilahare bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrikada Arap Baharı güzellemesiyle ortaya çıkıp Müslüman Kıyımına dönen gelişmeleri, 11 Eylül 2001deki İkiz Kuleler vakasıyla sembolleşen medeniyetler çatışması ve İslam düşmanlığı kampanyasından bağımsız düşünemeyiz. Görünüşte Müslümanlar birbirlerini boğazlıyor. Peki ama neden bu coğrafyada ve niçin şimdi? Aslında, bölgeye dışarıdan müdahale eden güçler bakımından cevabı hepimiz biliyoruz: Bölgenin doğal kaynakları ve İsrailin güvenliği. Bu bilinenleri tekrarlamaya hacet yok ama hafızamızda tutmamızda sayısız fayda var.
Şu artık apaçık ortaya çıktı ki, Ortadoğuda meydana getirilmek istenen yeni siyasî mimarinin tasarımcıları Türkiyeyi önce Yeni Osmanlı tuzağıyla bir denemeye tabi tuttular. Başlangıçta yumuşak gücümüzün etkisiyle parlak sonuçlar vaad eder gözüken yaklaşımlar, zaman içinde yumuşak güç-sert güç ikilemindeki dengeyi ihmal eden politika ve söylemlere, daha açıkçası realpolitiği göz ardı eden yaklaşımlara dönüşünce Suriye, Mısır, Libya gibi yerlerdeki yüksek beklentilerin hayal kırıklığına dönüşmesi kaçınılmaz hale geldi. Suriyedeki savaşta Türkiyenin itildiği durum gerçekten de çok vahim: Bütün büyük devletlerin, büyük kısmı terör örgütü olarak addedilen çatışan tarafları desteklediği bir savaşta Türkiye, terör örgütlerine yardım eden bir devlet konumunda lanse edildi. MİT tırları operasyonu ise, gerçek ne olursa olsun, Türk devletini uluslararası toplumda zor duruma düşüren bir araç olarak tarihe geçecektir. Arappınarında terörist PKKnın Suriye kolu PYDye yardım ulaştırılmasına mecbur kalmak, Süleyman Şah türbesini IŞİD hâkimiyetindeki bölgeden PYD bölgesine nakletmek izlenen politikanın simgesel önemi büyük merhaleleriydi. Bugün, IŞIDe terk edilen türbe bölgesi PYDnin Akdenize açılacak koridorunu tamamlaması bakımında stratejik bir mevkide bulunuyor.
Burada da çıkmaz, çözüm süreci dolayısıyla Güneydoğu Anadoluda yükselen tepkilerle ilgiliydi. Arappınarı/Kobaniye gönderilen yardıma ve selama rağmen Ak Parti, bölgede ciddi oranda oy kaybetti. HDP sever analistlerin teşhisine göre bunun sebebi, Kobani hakkında Cumhurbaşkanının Kobani düştü, düşecek ve Kürt sorunu yoktur açıklamalarıydı. Ak Partinin bölgede yaptığı onca yatırıma, süreçte verdiği onca tavize rağmen hâlâ sanki hiçbir şey yapılmamış gibi üst perdeden talepte bulunanlar var. Bunun böyle olması eşyanın tabiatı. Zira, silahlı mücadelenin gölgesi altında atılan adımların hepsinin diğer taraf ve destekçileri bakımından kendi mücadelelerinin bir kazanımı sayılacaktır. Vazgeçilmiş veya istenmiyor diye millet kandırılmaya çalışılsa da nihai hedef olan Bağımsız Kürdistan talebi gerçekleşene kadar bu böyle gidecektir. (Bakınız: Osmanlı Devletinin son yüzyılı).
Çözüm sürecinin sonuçlarına genel olarak bakıldığında PKKnın hem içte hem de dışta kazandığı meşruiyet ve bölgede kazandığı alan hâkimiyeti öne çıkıyor. Kamuoyu araştırmalarında seçimlerde HDPye verilen yüzde 13lük oyun yüzde 11inin Kürt kökenli, yüzde 2sinin de Kürt olmayan seçmenlere ait olduğu açıklandı. Etnik fitneyi söndürmek, Türkiyeyi bütünleştirmek için atıldığı ilan edilen adımların tam tersine etnikçiliği yükselttiği tescil edildi. (Esasen bu tür adımların etnik aidiyeti kuvvetlendirmekten ve millî, kimliği zayıflatmaktan başka bir sonucu olmayacağını bilmek için allâme olmaya gerek yoktu) Bunun sebepleri çeşitli olmakla birlikte özellikle bölgede PKK ve uzantılarının sağladığı alan hâkimiyetinin etkisi ilk planda gelir. KCK ve YDGHnın bölgedeki etkisi ve halk üzerindeki psikolojik baskısı herkesin bildiği bir sır. Ama birileri barış ve demokrasi gibi kelimeleri sakız gibi çiğnemeğe devam ediyor.
Özetle, çözüm sürecinin geldiği son nokta şu: İslami duyarlılığı yüksek Kürt kökenli yurttaşların önemli bir bölümünün de desteğini alan PKK ve uzantısı partiden himmet bekleyen bir Türkiye. Suriyenin kuzeyinde yapılanın asla bir Kürt koridoru açmak olmadığı konusunda PYD lideri tarafından temin edilen bir Türkiye. Bizden de, bir zamanlar Kuzey Irakta olduğu gibi, Suriyenin kuzeyinde bir Kürt bölgesinin inşası, Akdenize koridor açılması gibi bir şeyin söz konusu olmadığına inanmamız bekleniyor.
Bunlar nasıl oldu? Süreç başlatılırken bütün parametrelerin hesaba katılmadığı yeterince açık
Yerli bir proje yapıyoruz, Öcalan bizim kontrolümüzde, Barzani ile ilişkilerimiz mükemmel havasıyla başlatılan ve akil adamların da Türk kamuoyunu bu istikamette ikna etmeye çalıştığı projenin aşamalarında yaşananlar, tutulmayan, tutulmayacağı gün gibi âşikâr sözler
Sonra Kobani tiyatrosu. Üst akılın havadan desteğiyle seküler PYD militanlarına yazdırılan sahte destanlar. IŞİDin adeta bir buldozer gibi kullanılarak bölgenin mutasavver haritasının şekillendirilmesi. Evet, IŞİD denilen heyulanın gerçek tarihi yazılacak ama neye yaradığı şimdiden çok açık. İslam nefretini güçlendirmek ve Ortadoğuyu dizayn eden üst akla hizmet.
Velhasıl, çözüm süreci Türkiyede PKKya alan hakimiyeti kazandırırken Kuzey Suriyede de PYD/PKKnın lehine bir sonuç doğurdu. Çözüm sürecinin, yerlilik vurgusu yapan savunucularının önemsiz addettiği Kuzey Suriye kantonları ile Rojava adı altında Suriyenin kuzeyinden Akdenize açılacak koridorun temelleri atıldı. Asıl, nihai hedefin İsrailin destekçisi bir Kürt devleti olduğunu söyleyenleri hafife alanlar, son tabloyu iyi okumalıdır: Mezhebî hatlarda küçük parçalardan oluşan Arap devletlerinin karşısında Birleşik Kürdistan. Bu, elbette bugünden yarına olmaz. Ama 1990larda başlayan Kuzey Irak projesinin geldiği nokta sağlam bir karine teşkil etmiyor mu?
Kobani patırtısının arkasında, hem bu hayali gerçekleştirme yolunda önemli, stratejik bir kazanım elde etme hem de Türkiyedeki Kürtleri bir mağduriyet algısı etrafında toplamak yatmaktaydı. 6-8 Ekim 2014 kalkışmasıyla Türk devletine meydan okuyanlar, çözüm süreci sayesinde bölgede tesis ettikleri alan hâkimiyetinin en büyük meyvesini 7 Haziranda devşirdiler. Ak Partinin Başkanlık sistemi yoluyla otoriter bir rejime yöneleceği propagandası ve bunun yol açtığı kaygıların da etkisiyle etnikçi parti yüzde 13 oyla Mecliste 80 vekillik kazandı. Bunun demokrasi ve barış için olumlu olduğu propagandası ise tam bir komedi. Taze bir milletvekilinin korucuları açıkça tehdit eden beyanatı (hepiniz bu memleketten defolup gideceksiniz, o keleşleri size çevirmeyi biliriz) terör örgütü uzantılarının gerçek niyetlerini ve bilinçaltlarını yansıtan çarpıcı bir örnek olarak kayda geçti. Medyanın esprili, karizmatik diyerek pompaladığı eş başkanın geçmiş beyanlarında sayısız tehdit iması bulmak işten bile değil. Kandilin sürekli ayar verdiği bir yapıya parti, hele de demokratik bir parti demek aklımızla alay etmekten başka bir şey değildir.
Şimdi, Türk devletinin bekası ve Türk milletinin bütünlüğü kaygısı taşıyan siyasetçilere büyük görev düşmektedir: Durum muhasebesini sağlıklı bir şekilde yapmak, temel meseleyi teşhis etmek ve icap eden tedbîri belirleyip uygulamak; çözüm süreci adı altında eli silahlı terör örgütü ve uzantılarını muhatap alan yaklaşımın terk edilmesini ve ülkenin genel demokratikleşme perspektifinde anayasa, siyasi partiler ve seçim kanunlarında gerekli değişikliklerin yapılmasını sağlamak. Elbette ki millî devlet, üniter yapı ilkelerine halel getirmeden yapılacak değişiklikler bazı kesimleri tatmin etmeyebilir ama önemli olan milletimizin çoğunluğunun tasvibini alarak Türk-İslâm âleminin son kalesi, Türkiye Cumhuriyetini zaafa uğratma planlarını boşa çıkarmaktır. Bunun yolu, öncelikle samimi ve hasbî bir şekilde geçmişin muhasebesini yapmak ve hatalardan ders çıkarmaktan geçer. Bundan sonra ise Türkiyede toplumsal merkezi, bu milletin ana gövdesini temsil eden güçlerin bir araya gelerek ülkeyi ve milleti bu çıkmazdan kurtaracak bir hükümeti kurmaları beklenir. Temennimiz, geçtiğimiz yıllarda yapılan hatalardan sonra bir türlü rayına oturtulamayan iç ve dış siyaset rotamızın ehil ellerde doğru istikameti bulmasıdır.
Kaynak: http://turkocaklari.org.tr/sayfa/5386/7-haziran-dan-sonra-turkiye-muhasebe-ve-tedbir.html
Bu yazı 1,438 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
7 Mart 2022
Rusya'nın Ukrayna işgali ve Düşündürdükleri
-
14 Aralık 2021
TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI
-
25 Mart 2021
2020lerde Dünya, Bölgemiz ve Türkiye
-
27 Mart 2020
Kut'tan Milli İradeye: Türkler'de Egemenlik Anlayışı
-
1 Mart 2020
Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe
-
1 Şubat 2020
Türk Ocakları: 108 Yıl Önce 108 Yıl Sonra
-
1 Ocak 2020
Kıskaçtan Çıkış: Doğu Akdeniz Meselesi
-
5 Aralık 2019
Suriyeli Sığınmacılar Meselesi: Nasıl Bakmalı?
-
29 Ekim 2019
Barış Pınarı Harekatı ve Sonrası
-
15 Ekim 2019
Kutadgu Biligde Devlet Ve Toplum Anlayışı
-
22 Mart 2019
Tarih Işığında Yeni Zelanda'daki Müslüman Katliamı
-
10 Mart 2019
Dünden Yarına 28 Şubat
-
16 Şubat 2019
Beka ve Siyaset
-
26 Ocak 2019
XX. Yuzyıldan XXI. Yuzyıla Turk Milliyetçiliği: Tarih, Millet ve Din
-
1 Ekim 2016
Türkiyenin Tek Gündemi Beka Meselesidir
-
1 Ağustos 2016
FETÖ/PDYnin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi
-
3 Temmuz 2016
Vekalet Savaşları, Terör Ve Türkiye
-
2 Şubat 2016
Terörle Mücadele ve Sistem Tartışmaları
-
29 Aralık 2015
2016ya Girerken '' Havf ile Reca'' Arasındaki Türkiye
-
12 Kasım 2015
Sistem Ve Çözüm
Yorumlar
+ Yorum Ekle