Konuk Yazar - turkocagi.org.tr
Prof.Dr.Mehmet Öz Türk Ocakları Genel Başkanı
2 Şubat 2016
Terörle Mücadele ve Sistem Tartışmaları
Tarihin hızlandığı bir dönemden geçiyoruz. Bir yandan Ortadoğu merkezli olarak İslam dünyasının siyasi haritası yeniden çizilerek Müslümanlar arasında tarihten gelen fay hatları derinleştiriliyor ve bunlara yeni ihtilaf ve çatışma alanları ekleniyor bir yandan da ülkemizin içinde aynı manzaranın yaygınlaşması için çalışılıyor. İçerideki problemimizin çözümünün, dünya ölçeğinde yürütülen örtülü Üçüncü Dünya Savaşı ve bunun Ortadoğudaki yansımalarından ziyade bu süreçle yakından ilintili olduğunu hatırda tutmak zorundayız.
Kürt meselesi olarak etiketlenen ama aslında Kürt meselesi değil, birbiriyle alakalı bir meseleler dizisi olan etnik-bölücülük hareketi, Türkiye sınırlarına münhasır olmadığından tam manasıyla bir iç mesele değil. Etrafımızda, 1990lardan beri Kuzey Irakta, bir müddettir de Suriyenin kuzeyinde yaşanan gelişmelerden yalıtılmış olarak çözülemeyeceği aşikâr olan bu meselemiz hakkında, kısa ve orta vadede neler yapmalıyız? Teröre ve devlete karşı fiilî kalkışmayla mücadele ederken millî birliğimize halel gelmemesi, devlet yapımızın zaafa uğramaması için neler yapmalıyız?
Çözülmenin Eşiğinden Dönüş
Zor, çetrefil ve karmaşık problemleri, kolay sloganlarla ve tabuları yıkmanın çekiciliğiyle çözeceğini zannedenler, gün gelir gerçekliğin buzdan duvarlarına toslamaya mahkûm olurlar. Türkiyeyi yönetenler, 2000lerde Türk demokrasisini derinleştirmek ve çağdaş dünyayla bütünleşmek istikametinde bir takım reformlar yaparken 19. yüzyıl tecrübesini dikkate almayan, hatta beka meselesini sendrom olarak yaftalayan birtakım sol-liberal zevatın kanaat önderliğine ziyadesiyle itibar ettiler. Bu zevata göre, artık bizimle çağdaş Batı arasında engel olan bütün meselelerimizi çözmeliydik. Çözümsüzlükte ısrar eden eski Türkiye gitmeli, her bakımdan dünya (Tabii buradaki dünya, Batı dünyasıdır; dünyanın tamamı değil.) ile uyumlu olmalıydık. Kıbrıs meselesinden etnik meseleye kadar bütün sorunlarımız böylece çözülürse çağdaş bir refah devleti olurduk.
Bu akıl; maalesef demokratik açılım, Oslo süreci ve en sonunda da çözüm süreci aşamalarında egemen olan zihniyetti ve Türkiyeyi son dönemde şehir savaşlarına sürükleyen de, bazılarının ısrarla çarpıttığı gibi, Başkanlık için yapılan bir hamle değil, Suriyenin kuzeyinde kantonlaşan, Güneydoğuda ise çözüm sürecinde kentlere yerleşip alan hâkimiyeti kuran PKKnın ilan edip yürüttüğü devrimci halk savaşı stratejisidir.
6-8 Ekim olaylarında kendisini gösteren ve Haziran seçimlerinden sonra iyice azgınlaşan PKK unsurları, Türkiyeyi Ortadoğu meselelerinde birincil aktör olmaktan uzak tutmaya çalışan büyük güçler ile komşuların da taşeronluğunu üstlenmiş oldu. Bölge halkının desteğini kazanmak şöyle dursun, insanların şehir ve mahallelerini terk etmelerine yol açan PKKnın gerçek yüzü, Meclisteki uzantının propagandasına rağmen Kürt yurttaşlarımız tarafından da giderek daha iyi anlaşılmaktadır. Bu noktada, Mecliste gerçekleri tersyüz ederek PKK tarafından çatışma alanında rehin tutulan yaralılara devletin yardım etmediğini, cesetlerin defnedilmesine izin verilmediğini hayâsızca iddia eden sözde milletvekilleri, tıpkı bildirici 1128 gibi üzerlerine düşen rolü çok iyi oynuyorlar. Türkiyede PKKnın başlattığı çatışmayı, tıpkı 19. yüzyılda Yunan, Sırp, Bulgar ayrılıkçılarının yaptığı gibi kullanıp uluslararası kurumlara Türkiyeyi şikâyet ediyorlar. Bir zamanlar malum basının parlattığı eşbaşkan da Fransa dâhil, herkesi çatışmanın sona ermesinde aracılık etmeye çağırıyor. Türkiyeye müstemleke muamelesi yapan bu zihniyete, devlet katında bir daha asla ve kata itibar edilmemelidir.
Devletin bu hayâsız saldırılar karşısında, önceki dönemin aymazlıklarından gerekli dersi çıkardığı anlaşılmaktadır. Teröre karşı mücadele bütün yönleriyle sürdürülmeli ama güvenlikçi yaklaşım diye küçümsenen boyut bir daha asla ihmal edilmeden, hakkı verilerek ifa edilmeye devam edilmelidir. Elbette ki mesele sadece güvenlik boyutuyla sınırlı değildir ama siz sahayı PKKya terk ettiğiniz zaman nelere muhatap kılındığınız acı bir şekilde size gösterilmiştir.
Bugün Türkiye, Cenevre görüşmelerinde PYDnin yer almaması için restini çekince bunu gönülsüzce kabul eden ABD ve diğer ülkelerin bu tavrının ne denli sürekli olacağı şüphelidir. Türkiye, Irak tecrübesinden hareketle, Suriyenin kuzeyinde, demografik gerçekliğe de aykırı, salt Türkiyeyi çevrelemeye odaklı meşum planı boşa çıkaracak bir siyaseti kurgulayamadı. Şu anda yaşananlar, maalesef Suriye krizinin başında yapılan hataların yolda düzeltilmeye çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Hem ABD hem de Rusya ile ters düştüğümüz bir mesele var ortada. Türkiye, diplomatik alanda olsun, insan hakları alanında olsun Suriyedeki diğer unsurları görmezden gelen, onlara karşı bir yandan rejim öbür yandan PYD tarafından uygulanan etnik arındırma faaliyetlerine kulaklarını ve gözlerini kapatanlara karşı etkili bir mücadele yürütmelidir.
Sistem tartışmaları
Türkiyenin, esasen Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin kabul edilmesiyle bir sistem tartışmasına gireceği ayan beyan ortadaydı. Nitekim iktidar partisinin kurucu liderinin Cumhurbaşkanı olmasına ve partinin mevcut yönetim yapısının onun onayıyla şekillenmesine rağmen Haziran seçimleri arifesinde yoğun olarak tartışılan başkanlık meselesi, Kasım seçimleri sonrasında da gündemi meşgul etmeyi sürdürmektedir. Cumhurbaşkanının son günlerde bu konunun üzerinde yoğunlaşması ve Mecliste başlatılan süreçte anayasa konusunun dışarıda bırakılması hâlinde, yeni anayasanın sakat olacağını ifade etmesi, önümüzdeki günlerin hararetli tartışmalara gebe olacağının göstergesidir.
Her sistemin lehine ve aleyhine onlarca delil sıralanabilir. Bugün dünyada, ileri demokrasilerin büyük çoğunluğu parlamenter sistemle yönetilmektedir. Bunların önemli bir kısmı da meşruti monarşilerdir (İngiltere, Hollanda, Belçika, İsveç, İspanya, Danimarka vb.). Fransada yarı başkanlık, ABDde başkanlık sistemleri, bu ülkelerin tarihî tecrübelerinin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Türkiyede tek adam ve millî şef dönemleri dâhil, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın var olduğu bir yapı söz konusudur. Kuvvetler ayrılığı ve parlamenter sistem oturtulmaya çalışılsa da siyasi partiler ve seçim kanunlarının da etkisiyle yasama ve yürütme arasında anlamlı bir ayrılık yoktur. Esasen daha önceden de pek tartışmalı olan yargı bağımsızlığı, son 5-6 yıldır yaşanan gelişmelerle iyice zedelenmiştir. 12 Eylül Anayasasında pek çok değişiklik yapılmış ve dolayısıyla bütünlüğünü ve iç tutarlılığını önemli ölçüde kaybetmiştir. Dolayısıyla Türkiyede yeni bir anayasa yapma zarureti konusunda bir mutabakat oluşmuştur.
Burada bizim açımızdan temel problem, yeni anayasada Türkiye Cumhuriyetinin kurucu ilkelerinin, yurttaşlık tanımının ve özellikle üniter millî devlet yapısının ne şekilde devam edeceğidir. Özellikle kolektif kimlik taleplerinin kabulü ve anayasada etnik temelde statü verilmesi hâlinde, bu durum ileride kaçınılmaz şekilde ayrışmaya zemin hazırlayacaktır. Dr. Mustafa Çalıkın isabetle belirttiği üzere, Üniter cumhuriyet de çoğulcu demokrasi de farklı kültürel kimlik taleplerine ancak ferdî planda ve ferdin temel hak ve hürriyetleri çerçevesinde bakabilir. Dolayısıyla bu taleplerin karşılanması da aynı çerçeveyi aşamaz, zira kültürel kimlikler sübjektif algılamalardır ve sübjektif telakkiler de her zaman objektif kıstas hâline getirilemez. (Al-jazeera, 13 Ocak 2016).
Başkanlık sistemi/parlamenter sistem tartışması, esasen bunun dışında bir sorundur; bununla birlikte özellikle etnik bölücülük meselesinin çözümünde başkanlık sistemi ile eyalet sistemi/özerklik/federalizm arasındaki ilişkiden hareketle beklentileri olanlar veya böyle bir yola gidilebileceği endişesi taşıyanlar vardır. Dolayısıyla, üniter millî devlet ilkesi çerçevesinde, başkanlık sistemi söz konusu olacaksa buna temel itiraz kuvvetler ayrılığı ve denge ve kontrol mekanizmaları hususlarında olacaktır. Zira bunlar sağlanmadığı takdirde başkanlık sisteminin tipik bir tek adam rejimine, otoriterleşmeye hatta diktatörlüğe yol açabileceği endişeleri izhar edilmektedir.
Yeni anayasa çalışmalarında esas itibarıyla, ferdî haklar ve hürriyetler temelinde demokratikleşmeyi derinleştiren, siyasi partiler ve seçim kanunlarındaki taban demokrasisinin önünü tıkayan mâniaları kaldıran ve kuvvetler ayrılığı ilkesiyle denge-kontrol mekanizmalarını teminat altına alan bir çerçeve hâkim olmalıdır. Tarihin ve medeniyet müktesebatımızın bir sonucu ve muhassalası olan Türklük üst kimliği ve devlet dilinin Türkçe olması tartışmaya açılmamalıdır.
Türkiye, elbette sistem meselesini de tartışabilir, ancak tarihî tecrübeyi bir yana itmek, bir takım ideal metinlerden medet ummak, bizi her zaman arzuladığımız neticeye ulaştırmadığı gibi çoğu zaman hayal kırıklığına uğratmıştır. Yakın tarihimizde Tanzimat ve Islahat Fermanları, Kanun-ı Esasi, II. Meşrutiyet hep büyük ümitlerle ilan edilmiştir. Darbelerle malul demokrasimiz, en özgürlükçü denen 1961 Anayasası ve toplumu zapturapt altına almaya çalışan 12 Eylül Anayasası tecrübelerini yaşamıştır. Anayasalar kadar temel kanunlar, onlardan daha fazla da zihniyet ve yetişmiş insan gücümüzün önem taşıdığının farkında olmazsak yine bir hüsranla karşılaşırız.
Kaynak: http://turkocaklari.org.tr/sayfa/6161/terorle-mucadele-ve-sistem-tartismalari.html
Bu yazı 1,402 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
7 Mart 2022
Rusya'nın Ukrayna işgali ve Düşündürdükleri
-
14 Aralık 2021
TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI
-
25 Mart 2021
2020lerde Dünya, Bölgemiz ve Türkiye
-
27 Mart 2020
Kut'tan Milli İradeye: Türkler'de Egemenlik Anlayışı
-
1 Mart 2020
Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe
-
1 Şubat 2020
Türk Ocakları: 108 Yıl Önce 108 Yıl Sonra
-
1 Ocak 2020
Kıskaçtan Çıkış: Doğu Akdeniz Meselesi
-
5 Aralık 2019
Suriyeli Sığınmacılar Meselesi: Nasıl Bakmalı?
-
29 Ekim 2019
Barış Pınarı Harekatı ve Sonrası
-
15 Ekim 2019
Kutadgu Biligde Devlet Ve Toplum Anlayışı
-
22 Mart 2019
Tarih Işığında Yeni Zelanda'daki Müslüman Katliamı
-
10 Mart 2019
Dünden Yarına 28 Şubat
-
16 Şubat 2019
Beka ve Siyaset
-
26 Ocak 2019
XX. Yuzyıldan XXI. Yuzyıla Turk Milliyetçiliği: Tarih, Millet ve Din
-
1 Ekim 2016
Türkiyenin Tek Gündemi Beka Meselesidir
-
1 Ağustos 2016
FETÖ/PDYnin Hain Darbe Girişiminden Sonra: Millet, Devlet ve Demokrasi
-
3 Temmuz 2016
Vekalet Savaşları, Terör Ve Türkiye
-
2 Şubat 2016
Terörle Mücadele ve Sistem Tartışmaları
-
29 Aralık 2015
2016ya Girerken '' Havf ile Reca'' Arasındaki Türkiye
-
12 Kasım 2015
Sistem Ve Çözüm
Yorumlar
+ Yorum Ekle