Çünkü Türk çiftçisi, yabancı ürünler karşısında korunmasız bırakılmıştır. Ülkemizde dünyanın en pahalı mazotu satılmakta, bununla çiftçi çiftini sürememekte, ekememekte, ekse bile ürününü pazara ulaştırmada yine çok masrafa sokulmaktadır. Yani çiftçi ürününü ekmeden pazara sürmeye kadarki tüm aşamalarda tohum, ilaç, mazot gibi malzemeyi çok pahalıya almakta ve yabancı ürünlerle rekabet edemez hale getirilmektedir. Bu durumda ülkemiz her şeyi ithal ettiği gibi saman bile ithal eder hale gelmiştir.[5]
Akif'e göre sanayide bağımsız milli politika uygulama gereği
Mehmet Akif, Nasrullah Camii'nde verdiği vaazında bağımsız, yerli ve millî bir sanayi politikasının önemine de şiddetle vurgu yapar ve şöyle der:
"Gelelim sanayie: Bilirsiniz ki memleketimizde birçok ham eşya yetişir: Keten, kenevir, pamuk, yün, tiftik, deri, sonra türlü türlü madenler. Biz bunlardan istifade edemiyoruz. Mesela bir dokuma fabrikası yahut demir fabrikası açmaya kalkışsak Avrupa'nın, Amerika'nın fabrikalarıyla başa çıkamayız. O halde ne yapmalıyız? Bizim sanayimiz de onların sanayii derecesini buluncaya kadar hariçten gelecek ürünler üzerine münasip bir gümrük koyabilmeliyiz. Koyamadığımız gibi hiçbir müessesemiz, hiçbir fabrikamız bir sene bile yaşayamaz.
Bilirsiniz ki kendimize mahsus tezgâhlarımız, bezlerimiz vardı. Bunlar memleketimizin her tarafında satılıyordu. Ahalimize de birçok menfaatler temin ediyordu. Halbuki yabancı fabrikalarıyla rekabet edemediğinden dolayı ezildi, gitti. Şu halde halkımız ziraatini, sanayiini ileri götüremez, ticaretini de gayr-i müslimlerin vergi vermemesi yüzünden başa çıkaramazsa tabiidir ki sefil olur, perişan olur. Haydutluktan başka yapacak bir iş bulamaz."
Akif, burada açıkça şu hususlar üzerinde duruyor:
- Vatanımız yer altı ve yer üstü ham madde kaynağı bakımından oldukça zengindir.
- Bu hammadde kaynaklarımızı en iyi kalitede ve en ucuz şekilde tamamen kendi sanayimizle işlemeliyiz.
- Emperyalist Batının hammadde kaynaklarımızı yağmalayıp, işlemelerine ve geri bize çok pahalıya satmalarına izin vermemeliyiz.
- Uygun bir gümrük ayarlamasıyla yerli ürünlerimizi yabancı ürünler karşısında korumalıyız, yabancı ürünlerle rekabette ezdirmemeliyiz.
- Yerli, millî fabrikalarımızı her türlü tedbiri alarak mutlaka yaşatmalıyız.
- Yerli, millî bağımsız sanayimizi kuramaz ve yaşatamazsak emperyalist Avrupa'nın pazarı ve sömürge alanı haline geliriz, o zaman da milletimiz perişan olur.
Akif'in Millî Mücadele yıllarında ortaya koyduğu bu tespitler, bugün de aynen geçerliliğini korumaktadır. Uygulanan yanlış politikalarla bugün yerli ve millî sanayimiz neredeyse yok olma derecesine gelmiş, fabrikalarımız, işletmelerimiz yabancılara satılmış, onlar da kapatarak ithalat şirketlerine dönmüşlerdir. Bu durumda milletimiz işsiz kalmıştır. İşsizlik oranı hızla artmaktadır. Bunun sonucu olarak herhalde korkarım ki Akif'in dediği gibi halk haydutluktan başka yapacak bir iş bulamaz hale gelecektir.
Türk milletinin alın terinin, göz nurunun, fedakârlığının ürünü olan 90 yıllık birikimi yani fabrikalar, kamu binaları, arsaları, limanlar, köprülerin çoğu yabancılara satıldı. Yabancılar da aldıkları kârlı işletmelerin ve fabrikaların kârını kendi ülkelerine taşımaktadır. Bu da sermaye ve döviz kaybına sebep olmaktadır.
Ayrıca stratejik denebilecek pek çok ürün ve hizmette yabancılara bağımlılık artmakta bu da bağımsız, hür hareket etme ve yaşama imkân ve kabiliyetlerimizi sınırlamaktadır. Yabancılar satın aldıkları bazı fabrikaları kapatmakta ve o fabrikanın ürettiği malları dışarıdan ithal eden bir şirkete dönüşmektedir. Bu da hem işçilerimizin yani vatandaşlarımızın işsiz kalmasına, hem o ürünü daha pahalıya almamıza, hem de o üründe yabancılara bağımlı kalmamıza sebep olmaktadır.
Bugün uygulanan çok boyutlu Büyük Orta Doğu Projesinin hedeflerinden biri de halkımızın sefil, perişan bir halde heder olup gitmesidir. Türk milleti buna izin vermemelidir.
Yapılması gereken, Akif'in dediği gibi sanayimizin yerli, millî ve bağımsız kalmasıdır. Özelleştirilecekse, sadece Türk vatandaşlarına ve fabrika ve işletmeler, oralarda çalışan işçilere satılmalıdır. Devlet bu fabrikaların geliştirilmesi, iyileştirilmesi ve teknolojilerinin yenilenmesinde hizmet ve ürün kalitesinin artırılmasında, pazarlama imkânlarının genişletilmesinde yardımcı olmalıdır.[6]
Akif'e göre Müslümanların siyasi sorunları
Bugün İslam dünyası, kendine özgü, kendi şartlarına uygun, bağımsız, özgün bir siyasi sistem kuramamıştır. İslamî ve insanî olmayan birtakım diktatörlükler, demokrasi adı altında dolaylı yoldan devam eden tek parti diktatörlükleri, kişisel iktidarların her yola başvurularak devamının sağlanmaya çalışılması gibi durumlar, İslam dünyasının siyasi sistem sorunudur. Bu sorunu istismar eden Haçlı-Siyonist cephe, demokrasi götürmek adına İslam dünyasını tam bir karmaşaya ve belirsizliğe sürüklemekte ve kendisini kurtarıcı olarak davet ettirecek bir zemin hazırlamaktadır.
Bugün İslam dünyasının en önemli sorunlarından biri, Haçlı-Siyonist devletleri kendileri için himayeci, vesayetçi, efendi edinmeleridir. İslam ülkelerinde var olan bazı partiler, cemaatler, dernekler, vakıflar ya da başka bazı oluşumlar, kurtuluşu Amerika'ya, Avrupa'ya ya da İsrail'e sığınmakta, onların himayesine girmekte ve onların siyasi, ekonomik ve kültürel programlarını uygulamakta görüyorlar. Gönüllü ya da gönülsüz onların emri altına giriyorlar.
Haçlı Siyonist cephe, Müslümanları, İslamcıları kendi özgün İslamcı ideolojik programlarıyla iktidarda görmek istemezler. Onlar İslamcıları, kapitalist programları uygulamak, İslam ülkelerini Batıya bağımlı tutmak kaydıyla iktidarda kalmalarına izin verirler.
Mehmet Akif, bu husus üzerinde çok duruyor ve bu konuda ayet ve hadislerden de yararlanarak Müslümanları uyarıyor.
1912 yılında Amerikan Başkanı Woodrow Wilson, şöyle diyor: "Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammaddelerini ve millî pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır..."
Amerika, her ikisini de yaptı ve yapıyor. Hem siyasi anlamda diplomasiyi kullanıp yeni yeni haritalar çiziyor, hem de askerî anlamda baskı, saldırı ve işgal yöntemlerini kullanıyor. Mesela 8 Ocak 1918 tarihli Wilson haritasında bir Ermenistan ve bir Kürdistan çizilidir. Amerika bugün Irak'tan, Suriye'den, İran'dan ve Türkiye'den koparılacak parçalarla İsrail'e jandarmalık yapacak bir Kürdistan Devleti kurma çalışmalarına devam ediyor.
Mehmet Akif bu meseleye de temas ediyor ve Millî Mücadele döneminde bakın, tamamen bir Haçlı emperyalizm projesi olan, bizim hiçbir zaman sorunumuz olmamış olan "Kürt sorunu" gibi meseleleri "Nasrullah Kürsüsünde" adlı vaazında nasıl değerlendiriyor?:
"Ey cemaat-i Müslimîn! Gözünüzü açınız, ibret alınız. Bizim hani senelerden beri kanımızı, iliğimizi kurutan dahilî (iç) meseleler yok mu, Havran meselesi, Yemen meselesi, Şam meselesi, Kürdistan meselesi, Arnavutluk meselesi... Bunların hepsi düşman parmağıyla çıkarılmış meselelerdir. Onlar böyle olduğu gibi bugünkü Adapazarı, Düzce, Yozgat, Bozkır, Biga, Gönen, Konya isyanları da hep o melun (lanetli) düşmanın işidir. Artık kime hizmet ettiğimizi, kimin hesabına birbirimizin gırtlağına sarıldığımızı anlamak zamanı zannediyorum ki gelmiştir. Allah rızası için olsun aklımızı başımıza toplayalım. Çünki böyle düşman hesabına çalışarak elimizde kalan şu bir avuç toprağı da verecek olursak çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur. Şimdiye kadar düşmana kaptırdığımız koca koca memleketlerin halkı hicret edecek yer bulabilmişlerdi." (Sebilürreşad, 25 Teşrin-i Sani 1336-15 Rebiülevvel 1339, C.11, S.464, s.249-259; Abdülkerim Abdülkadiroğlu - Nuran Abdülkadiroğlu, Mehmed Akif'in Kur'an-ı Kerim'i Tefsiri, Mev'ıza ve Hutbeleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991)
Demek ki düşman parmağıyla çıkarılmış "Kürt sorunu" gibi meselelerle uğraşıp durmak, emperyalizmin bölücü, parçalayıcı projelerinde görev ve rol almak demektir. Müslümanım ve Türk'üm diyen herkesin Kürtçülükle, şununla bununla uğraşacağına mesailerini Türk millî birlik ve bütünlüğünü tahkim etmek için yoğunlaştırmaları Âkif'i daha çok memnun eder. Zira Kürt sorunu gibi söylemler, emperyalizmin bölücü, parçalayıcı anlamda siyasi projeleri arasında yer alan meselelerdir.
Bugün Amerika, Avrupa ve İsrail'den oluşan Haçlı-Siyonist cephe, İslam dünyasını paramparça etmek, etkisizleştirmek, sömürmek ve yağmalamak için çok değişik yöntemler kullanıyorlar. Bunlardan biri, bazı İslamcı grupları ekonomik, siyasi, askerî anlamda desteklemek ve onları kendi amaçları ve çıkarları doğrultusunda kullanmak. Mısır'da, Suriye'de Türkiye'de ve diğer bazı İslam ülkelerinde bunun örneklerini görmek mümkündür.[7]
BOP'un hedefi İslam dünyasının istiklalini yok etmektir
Bugün İslam dünyasına yönelik olarak uygulanan Büyük Orta Doğu Projesinin ana hedeflerinden biri, İslam ülkelerinin kendi başlarına, bağımsız iradeleriyle kendi kendilerini yönetmelerine izin vermemektir. Yani İslam ülkelerini siyasî ve idarî açıdan köleleştirmek, bağımsız iradeleriyle kanun ve anayasa yapmalarına izin vermemektir. Bu durumun kavramsal karşılığı da istiklali yani bağımsızlığı yok etmektir. Emperyalist Batının İslam ülkelerinin istiklalini yok etmeye dönük politikaları, ta Tanzimat'tan bu yana devam ediyor. Bugün olduğu gibi Mehmet Akif döneminde, Millî Mücadele döneminde de temel hedef, istiklâlimizin yok edilmesiydi. Bu durumun farkına varan Akif, Nasrullah Camii'nde verdiği vaazında şöyle diyor:
"Şimdi bir mühim mesele var. Onu inceleyelim. Neden İngilizler bizim mahvımızı temin için bu kadar uğraşıyorlar? Evet, bunlar Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında "Biz bütün milletlerin istiklali için harbediyoruz!" tekerlemesini sürekli tekrar edip durdukları için mahkumiyetleri altında bulunan yüz milyon müslümana da istiklal sevdası geldi. Mısır'da, Hind'de birbiri ardınca isyanlar başladı. Vakıa İngiliz bu isyanları kendisine mahsus olan müthiş bir vahşetle bastırdı. Lakin bunların bir daha baş kaldıramamaları için dünyada hiçbir Müslüman memleketin müstakil kalmaması lazımdı. Mütarekeden sonra ise müstakil olarak iki Müslüman hükûmet kalmıştı ki biri biz idik. Diğeri ise İran idi. Biliyorsunuz ki İran İslam hükûmetinin icabına baktılar. İngiliz himayesini lanet halkası gibi Acemlerin boynuna geçirdiler. O halde yalnız biz kaldık. Ey cemaati Müslimîn! İngilizin asıl düşmanlığı bizedir. Çünkü biz asırlardan beri hilafeti elimizde tutuyoruz. Asırlardan beri İslâm âleminin başında olarak Haçlı ordularıyla çarpışıyoruz. Dünyanın bütün Müslümanları selametlerini, kurtuluşlarını yıllardan beri âşık oldukları istiklallerini bizden bekliyorlar."
Akif'in burada üzerinde yoğunlaştığı temel hususlarla günümüz arasında paralellikler kuralım:
O zaman İngilizler, bizim yani Türklerin ve diğer müslümanların mahvına uğraşıyorlardı. Bugün de Amerika ve onun çocuğu olan Avrupa, aynı amaç uğruna çalışmalarına devam ediyor.
O zaman İngilizler, Birinci Dünya Paylaşım Savaşının başında dünyaya şu propagandayı yaymışlardı: "Biz bütün milletlerin bağımsızlığı için savaşıyoruz!". Bugün de Amerika, Irak'a ve diğer İslam ülkelerini işgal ederken "Biz oralara demokrasi götürüyoruz" diyor. Bunlar dünya kamuoyunu aldatmaya, kandırmaya, uyutmaya dönük boş laflardır. Asıl amaç, İslam ülkelerini işgal ve istila ederek zenginliklerimizi yağmalamaktır.
O zaman Mısır'da ve Hindistan'da bağımsızlık sevdasına düşen Müslümanlar, İngiliz işgaline karşı ayaklandılar. Bunun üzerine İngilizler, bu isyanları sert bir şekilde bastırdı ve istiklallerini yani bağımsızlıklarını ellerinden aldı. Oraları iyice kendisine bağlayıp esir aldı. Bugün de Amerika ve Avrupa, beraberce bağımsızlık davası güden İslam ülkelerini bir bir işgal ediyor, diktatörlükleri yıkıyoruz, yerine demokrasi getiriyoruz, diye kendisine bağlı köleler haline getiriyor.
O zaman İngilizlerin asıl düşmanı biz idik. Çünkü İslam dünyasının liderliği Türklerde idi. Asırlardan beri İslam dünyasını korumak için haçlılarla biz savaştık. İslam dünyası, bağımsızlıklarını ve kurtuluşlarını bizden bekliyorlardı. Bugün de Amerika'nın ve Avrupa'nın asıl düşmanlığı Türk milletinedir. Çünkü İslam dünyasına liderlik kabiliyeti yine Türklerdedir ve bugün siyasi, ekonomik, kültürel ve askerî anlamda bütün modern ve postmodern Haçlı saldırılarına karşı koyma kabiliyeti ve iradesi yine Türklerdedir. O yüzden Türk milletini çökertmek, etkisiz hale getirmek; hatta yok etmek istiyorlar. O yüzden bugün Büyük Orta Doğu Projesinin temel hedefi Türk milletidir.[8]
Müslüman siyasetçilerin Batı'ya gönüllü kölelikleri
Haçlı Batı dünyası, kendi emperyalist emellerine hizmet edecek olan her kesimi rahatça kullanmak ister. Bu bağlamda gerekirse İslamcıları bile kullanmaktan, kendilerine hizmetçi yapmaktan çekinmezler. Nitekim vaktiyle Amerika Dış Politika Konseyi (CFR)'nin adamlarından Holbrook, Müslüman ülkelerde Batı tarzı bir İslamî çizginin yayılması gerektiğini ifade etmişti. Buna örnek olarak da Türkiye ve Malezya'yı göstermişti.
Bugün İslam ülkelerinin birçoğunun siyasetçisi, idarecisi Batılı emperyalist devletlere âdeta gönüllü köle durumundadırlar. Bunlar, Allah'a, kendi vicdanlarına ve milletlerine güvenecekleri yerde Amerika'ya, Avrupa'ya, oraya buraya sırtını dayayarak, onlardan meded umarak, onlardan yardım dilenerek ülke yönetmeye çalışıyorlar. Bu, Müslümanlar için bir zillettir. Bu sorun, Akif döneminde de vardı.
Nitekim Akif, bir şiirinde bu konuyu zekice ve alaylı bir üslupla ele alır ve gâvurdan yardım dilenen Müslüman siyasetçiyi âdeta alaya alarak, onu yerin dibine batıran bir eleştiri getirir. Böyle siyasetçileri dilenci olmakla suçlar. Müslüman siyasetçi âdeta yalvararak, "ancak sen bize imdad edebilirsin" diyerek Hristiyan ülkelere dilencilik eder, ama onlardan yüz bulamaz, yüz üstü geri çevrilir ve iyice maskara olur. İşte bu durum karşısında Akif, dilenci olan Müslüman siyasetçiye haklı olarak "dilencilikle siyaset döner mi ey budala" diye hakaret eder. Akif'e göre Avrupa, hak, adalet, insanlık, medeniyet, yardım gibi değerleri tanımaz; o sadece kuvvet tanır.
Akif, bu konuyu bir şiirinde şöyle tasvir eder:
"Dilenci mevki'i, milletlerin içinde yerin!
Ne zevki var, bana anlat bu ömr-i derbederin?
Şimâle (kuzeye) doğru gidersin: Soğuk bir istikbâl (karşılama),
Cenûba (güneye) niyet edersin: Açık bir istiskâl (aşağılama)!
"Aman Grey! (Edward Grey (1862-1933), İngiltere dışişleri bakanlığında bulundu.)
Bize senden olur olursa meded...
Kuzum Puankare! (Puankare (1860-1934), Fransa başbakanıdır.) Bittik... İnâyet et (yardım et), kerem et!"
Dedikçe sen, dediler karşıdan: "İnâyet ola (git, Allah versin)"
Dilencilikle siyaset döner mi, hey budala?
Siyasetin kanı: Servet, hayatı: Satvettir (sindirici güç),
Zebûn-küş (zavallıları ezen) Avrupa bir hak tanır ki: Kuvvettir.
Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,
Üzengi öpmeye hasretti Garb'ın elçileri!
O ihtişamı elinden niçin bıraktın da,
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
Belânı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu." (s.267)
Müslüman siyasetçilerin Batıya gönüllü köleliklerinin zaruri neticelerinden biri Haçlıların İslam ülkelerinde istedikleri gibi at oynatabilmeleri sorunudur.
Dolayısıyla bugün İslam ülkelerinin kültürel sorunlarından biri, misyonerliktir. Haçlı Batı İslam ülkelerinde Hristiyanlığı yaymak için olağanüstü bir gayret içindedir, çok paralar harcamaktadır.
Akif misyonerlik faaliyetlerine karşı Müslümanları uyarmaktadır:
"Ezanlar sustu... Çanlar inletip durmakta âfâkı (her tarafı).
Yazık: Şark'ın (Doğunun) semâsından (göğünden) Hilâl'in geçti işrâkı!
Zaman artık Salîb'in (Haçın) devr-i istîlâsı (istila devri), ilhâkı.
Fakat, yerlerde kalmış hakların ferdâ-yı ihkâkı,
Ne doğmaz günmüş ey âcizlerin kudretli Hallâk'ı!" (s.193)
Bir başka sorun da İslam ülkelerinde müslümanların Batılı yaşama biçimine özenmesidir. İslam ülkelerinin kültürel sorunlarından biri, kendi millî İslamî kültür ve medeniyet kimlik değerlerini önemsiz görerek, bir tarafa bırakıp, gündelik hayat tarzında batılı yaşma biçimine özenme, Batılılar gibi inanma, düşünme ve yaşama biçimidir. Akif bu konudaki gözlemlerini ve tespitlerini eleştirel bir üslupla şöyle sunar:
"Geldi bir tanesi akşam, hezeyanlar kustu!
Dövüyordum, bereket versin, edepsiz sustu.
Bir selâmet yolu varmış... O da neymiş: Mutlak,
Dîni kökten kazımak sonra, evet Ruslaşmak!
O zaman iş bitecekmiş... O zaman kızlarımız
Şu tutundukları gayet kaba, pek manasız
Örtüden sıyrılacak... Sonra da erkeklerden,
Analık ilmini tahsil edecekmiş... Zaten,
Müslümanlar o sebepten bu sefalette imiş:
Ki kadın "sosyete" bilmezmiş, esarette imiş!
Din için, millet için iş görecek alçağa bak:
Dini pâmâl edecek (ayaklar altına alacak), milleti Ruslaştıracak!" (s.167)
"Kadın erkek koşuyor borç ederek Avrupa'ya...
Sapa düşmekte bizim şıklara, zannım Asya.
Hakka tevfiz ile üç tane yetişmiş kızını,
Taşıyanlar bile varmış, buradan baldızını...
Analık ilmi için Paris'e, yüksünmeyerek...
Yük ağır, ecri de nisbetle azim olsa gerek" (s.178) [9]
Akif'e göre Müslümanların askeri sorunları
Bugün İslam dünyasının bir başka sorunu askerîdir. Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Amerika ve diğer Avrupa Birliği devletleri, İslam ülkelerinin ordularını dağıtıp yok etmek, silah ve askerî güç bakımından kendilerine bağlamak isterler. Bugün İslam ülkelerinin güçlü, millî ve ortak orduları yoktur. Olanlar da etkisiz hale getirilmektedir. Yani her ülkenin kendi millî ordusu, görünüşte vardır ama, silah ve diğer savaş malzemeleri bakımından batılı ya da başka yabancı devletlere bağımlı durumdadır.
Diğer yandan bütün İslam ülkelerinin ortak katılımıyla oluşturulmuş, gerektiğinde İslam ülkelerinin kendi aralarındaki sorunlara müdahale edebilecek ortak güvenlik konseyi ve NATO benzeri bir İslam ordusu yoktur. Olmadığı için NATO orduları, İslam ülkelerine müdahale ederek işgal etmekte ya da içerden davet edilmektedir. Haçlı ordularını kurtarıcı olarak görmek, İslam ülkelerini Haçlı ordularının işgal etmesini meşru görmek, ses çıkarmamak, mandacılığı kurtuluş çaresi olarak sunmak, yani Haç'tan adalet beklemek bugün İslam dünyasının bir hastalığıdır.
Bugün İslam ülkelerinin pek çok bölgesi, Amerikan üsleriyle doludur ve Haçlı ordularının karakolları haline gelmiştir. Yani İslam ülkeleri, büyük bölümü itibariyle Haçlı işgali altındadır.
Mehmet Akif, Millî Mücadele döneminde emperyalist Haçlı Batılı çapulcuların ülkemizi askerî olarak işgaline karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği konusunda gayet açık ve net olarak, "ya istiklâl ya ölüm" ilkesini benimsemiştir. Batılıların askerî işgalini hiçbir şekilde kabul etmemektedir.
Nitekim 19 Kasım 1920'de yayınlanan Nasrullah Camii'nde verdiği vaazında bu meseleyi açıklığa kavuşturuyor. Ülkemiz işgal altında iken iradesi zayıf olan bazı kişiler şöyle diyorlardı: "Yapacak bir şey yok. Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşından yorgun çıktık. Canımız, kanımız, paramız kalmadı. Düşmanlar ise çok kuvvetli. Düşmanların dayattığı barış şartlarını kabul etmekten başka çaremiz yok. Silahlı haydutlar tarafından kuşatıldık, bizim ise silahımız yok. İster istemez eşkiyanın emrine boyun eğeceğiz."
Akif, böyle düşünenlere karşı şöyle diyor:
"Pek doğru! Yalnız iki nokta var. Bir kere o silahlı haydutlar, ortalarına aldıkları bîçâreden parasını isteseler, üzerindeki elbisesini isteseler, ayağındaki külahını isteseler, biz de vermesini tasvib ederdik. Lakin bununla kanaat etmiyorlar ki. Bîçâre herifin kollarını, bacaklarını kestikten sonra:
Boynunu uzat! Kafanı da ver! diyorlar. Madem ki teklif bu kadar ağırdır, artık bunu hiç kimse kabul edemez. İster istemez dişiyle, tırnağıyla uğraşır, çabalar. Nefisini imkânın son derecesine kadar savunmaya bakar.
Ey cemaati Müslimîn! İşte bugün bizden istedikleri, ne filan vilayet, ne falan sancaktır. Doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımızdır, saltanatımızdır, devletimizdir, hilafetimizdir, dinimizdir, imanımızdır."
Akif'in bu metinde üzerinde durduğu meselelerle bugünkü BOP Projesi aşağı yukarı aynıdır. Bugün de iradesi zayıf, kendine, Allah'ına ve milletine güvenini kaybetmiş zayıf iradeli bazı kişiler, "gücümüz, ekonomimiz, siyasetimiz zayıf. O yüzden Amerika'ya teslim olmaktan başka çaremiz yok, ne isterse verelim" diyorlar.
Bugün BOP kapsamında Amerika ve Avrupa, Irak'ı, Afganistan'ı, Libya'yı, Mısır'ı, Suriye'yi, İran'ı ve diğer İslam ülkelerinin tamamına hâkim olmak, tamamını sömürmek, tamamını köleleştirmek istiyorlar. Sadece petrolü almak, sadece bir ülkeye hâkim olmakla yetinmiyorlar. Akif'in deyimiyle herifler kanaat etmiyorlar. Herifler, İslam ülkelerinin sadece madenlerini, petrolünü, gazını, şununu bununu istemiyorlar.
Ayrıca yine Akif'in ifadesiyle "boynunu uzat, kafanı da ver" diyorlar. Yani kitleler halinde Müslümanları öldürüyorlar, soykırıma tabi tutuyorlar. İstiklalimizi, devletlerimizi, vatanlarımızı, kaynaklarımızı, dinimizi, imanımızı da istiyorlar yani onları da ele geçirmek ve yok etmek istiyorlar. Bu durumda BOP'un bu projesine karşı Akif'in çözümü net ve açıktır. O da şudur: "Bunların hiçbirini kabul edemeyiz. Dişimizle, tırnağımızla savaşarak sonuna kadar kendimizi koruyacağız."
Akif, aynı vaazında işgalci emperyalist Haçlı ordularına karşı askerî olarak silahlı mücadeleyi öneriyor ve şöyle diyor:
"Bir de o silahlı olduğunu kabul ettiğimiz haydutların başları pek boş değil. Korktukları tehlikeler var. Biz zaruri olan hayatımızı savunma görevinde biraz daha sebat edecek olursak, emin olunuz ki cehennem olup gidecekler."[10]
Akif'e göre Müslümanların kültür ve eğitim sorunları
Müslümanlar, dünya insanlığının en eski ve en özgün kültürlerine ve medeniyetine sahip bir millettir. Uzun asırlar boyunca Müslümanlar, İslam medeniyeti kaynaklı çok zengin, estetik değeri yüksek, gerçek insanî değerlerle örülü parlak millî kültürlerini yaşadılar. Ancak özellikle 19. yüzyıl başlarından itibaren batılılaşma eğilimlerinin ve hareketlerinin artmasıyla birlikte İslam kültürleri ve medeniyeti yavaş yavaş terk edilmeye, onun yerine Batının batıl kültürleri ve medeniyeti kabul edilip benimsenmeye başladı. Bu durumda Müslümanlar arasında bir kültür ve medeniyet krizi doğmuştur.
Bu bağlamda İslam ülkeleri dış müdahaleye karşı korunmasızlık sorunu yaşamaktadır. Bugün İslam ülkelerinin dışarıdan gelebilecek her türlü siyasi, ideolojik, kültürel müdahaleye karşı kendini koruma tedbirleri yoktur. Batılı kültür emperyalizmine, batı kaynaklı propagandalara, ideolojik saldırılara, Müslümanları kandırıp yönlendirilebilir hale getirme projelerine karşı İslam ülkelerinin kurumsal anlamda ciddi savunma tedbirleri yoktur.
Batı emperyalizminin amaçlarından biri, İslam ülkelerini eğlence aletleri, filmler, müzikler, romanlar, giyim eşyası, elektronik eşya, ev ve büro eşyaları, yiyecek içecek, araba gibi her türlü ürünleri için pazar haline getirmektir.
Arap Baharı, bir Haçlı-Siyonist projedir. Albert Einstein, Freedom House gibi Batı kaynaklı birtakım düşünce kuruluşları, dernek ve vakıflar ya da basın yayın organları, en çok da facebook, twiteer gibi sosyal ağlar kanalıyla İslam ülkelerinde insanları kendi amaçları ve hedefleri doğrultusunda eğitip yönlendiriyorlar ve demokrasi talebiyle ayaklandırıp sokağa döküyorlar.
İslam ülkelerine yönelik kültürel ve siyasi anlamda dış müdahalenin 4 önemli unsuru var: 1- Etnik çatışma, 2- Mezhep çatışması, 3- Hayat tarzı farklılığı çatışması, 4- Coğrafi farklılık çatışması.
Emperyalist Batının amaçlarından biri, İslam ülkelerini etnik yapılarına, mezheplerine, hayat tarzlarına ve coğrafî farklılıklarına göre bölüp parçalayıp birbiriyle çatıştırarak silah satışını artırmaktır.
Bu 4 alanda da Haçlı-Siyonist cephe, İslam ülkelerine dönük yoğun çalışmalar içerisindedir ve bunlara karşı İslam dünyasının savunma tedbirleri, çalışmaları, kurumsal projeleri yoktur.
Haçlı Batının İslam dünyasında uyguladığı demokratikleştirme politikaları ve projelerinin hedefi ve asıl amacı, büyük millî İslam ülkelerini istikrarsızlaştırmak, bu ülkelerin vatandaşlarını etnik aidiyetlerine, mezhep farklılıklarına, hayat tarzı farklılıklarına ve coğrafî farklılıklarına göre ayrıştırıp çatıştırmaktır.
Böylelikle çatışma içinde karmaşaya sürüklenmiş ve bunun sonucunda da küçük küçük kabile devletçiklere ayrışmış bir İslam dünyası, Haçlı-Siyonist cephenin İslam dünyasına dönük emperyalist projelerini kolayca uygulayabilmesine zemin hazırlayan bir yapıdır.
Akif, Haçlı-Siyonist Batının İslam ülkelerine demokrasi götürme projelerinin ta o zaman farkındadır. Demokrasi adı altında fitne fesat projelerini özellikle basın yayın organlarıyla nasıl uygulamaya çalıştığını şöyle anlatır:
"Dalkavuk devri değil, eski kasâid (övgü şiirleri) yerine
Üdebânız (edebiyatçılarınız) ana-avrat sövüyor birbirine.
Türlü adlarla çıkan nâmütenahî (sayısız) gazete,
Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete.
İt yetiştirmek için toprağı gayet münbit (verimli)
Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it!
Yürüyor dine beş on maskara, alkışlanıyor,
Nesl-i hazır (şimdiki kuşak) bunu hürriyet-i vicdan sanıyor." (s.178) [11]
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle